Research Article
Tülin Arici, Bora Uzuner
Ortadogu Tıp Derg, Volume 12, Issue 2, pp. 159-164
ABSTRACT
Aim: The aim in this study is to evaluate retrospectively the patients who referred to the pain clinic in our hospital with pain in 45 months period with regards to pain types, demographic characteristics and treatment methods.
Material and Methods: In our study, we investigated the records of patients with chronic pain in Saglik Bilimleri University Samsun Training and Research Hospital pain clinic between July 2015-March 2019 in a cross-sectional study. Pain types, demographic characteristics and treatment methods were evaluated retrospectively.
Results: During 45 months period, it was showed that 25288 patients with chronic pain referred to the pain clinic. 16046 (63.5%) patients were female and 9242 (36.5%) patients were male. The most common causes of non-cancer pain were back pain, myofascial pain and neuropathic pain. The number of patients with cancer pain were 674 (2.7%). We observed that all of the patients had medical treatment and 3635 (14.4%) patients had both medical and interventional pain treatment. The most common interventional pain treatments methods were trigger point injection, joint injection, transforaminal epidural injection and facet median nerve block.
Conclusion: We have shown that it has been referred numerous patients in our clinic at 45 months period and interventional pain treatment has been administered to 14.4% of these patients. For this reason, we believed that these results will be an important data source for chronic pain studies.
Keywords: pain, pain clinic, interventional pain treatment
ÖZ
Amaç: Bu çalışmadaki amacımız, hastanemiz ağrı polikliniğine 45 aylık sürede ağrı şikayeti ile başvuran hastaların demografik özellikleri, ağrı tipleri ve tedavilerini geriye dönük olarak değerlendirmektir.
Gereç ve Yöntemler: Çalışmamızda Temmuz 2015-Mart 2019 tarihleri arasında Sağlık Bilimleri Üniversitesi Samsun Eğitim ve Araştırma Hastanesi ağrı polikliniğine kronik ağrı şikayeti ile başvuran hastaların dosyaları incelendi. Hastaların demografik özellikleri, ağrı tipleri ve uygulanan tedaviler geriye dönük, kesitsel çalışma olarak değerlendirildi.
Bulgular: 45 aylık sürede polikliniğimize 25288 kronik ağrılı hastanın başvurduğu görüldü. Hastaların 16046’sı kadın (%63,5), 9242’si erkek (%36,5) olarak tespit edildi. En sık kanser dışı ağrı nedenleri (KDA); bel ağrısı, miyofasial ağrı ve nöropatik ağrı idi. Kanser ağrısı (KA) nedeni ile başvuran hasta sayısı 674 (%2,7) idi. Hastaların tamamına medikal tedavi ve 3635 (%14,4) hastaya ek olarak girişimsel ağrı tedavisi uygulandığı tespit edildi. En sık yapılan girişimsel ağrı tedavi yöntemleri; tetik nokta enjeksiyonu, eklem içi enjeksiyon uygulaması, transforaminal epidural enjeksiyon ve faset median sinir bloğu uygulaması olarak saptandı.
Sonuçlar: 45 aylık sürede algoloji kliniğimize yoğun bir hasta başvurusu olduğu ve hastaların %14,4’lük kısmına girişimsel ağrı tedavisi uygulandığı görülmüştür. Merkezimizin bu sonuçlarının kronik ağrı çalışmaları için önemli bir veri kaynağı olacağını düşünmekteyiz.
Keywords: ağrı polikliniği, ağrı, girişimsel ağrı tedavileri
Case Report
Pınar Gürkaynak, Salih Cesur, Şerife Altun Demircan, Şükran Sevim, Çiğdem Ataman Hatipoğlu, Sami Kınıklı, Gül Gürsoy
Ortadogu Tıp Derg, Volume 11, Issue 4, pp. 621-625
ABSTRACT
Carbapenems resistant, multi drug resistant Acinetobacter baumannii (A.baumannii) infections are important health-care-associated infections and cause mortality and morbidity.
Peritonitis due to multidrug resistant A.baumannii is rarely reported. Treatment of peritonitis due to multidrug resistant A.baumannii is difficult. In this article, peritonitis due to A.baumannii following the polymicrobial infective endocarditis in a female patient who underwent peritoneal dialysis due to chronic renal insufficiency at the age of 60 years has been reported and the literature has been reviewed.
Keywords: Acinetobacter baumannii, peritonitis, multi-drug resistance, treatment
ÖZ
Karbapeneme dirençli, çoklu ilaca diençli Acinetobacter baumannii (A.baumannii) infeksiyonları sağlık bakımı ile ilişkili infeksiyonların önemli bir etkeni olup, mortalite ve morbidite nedenidir.
Çoklu ilaca dirençli A.baumannii’ye bağlı peritonit nadiren bildirilmektedir. Çoklu ilaca dirençli A.baumannii’ye bağlı olarak gelişen peritoniterin tedavisi güçtür.Bu yazıda, 60 yaşında kronik böbrek yetmezliği nedeniyle periton diyalizi uygulanan bir kadın hastada polimikrobiyal infektif endokarditi takiben A.baumannii’ye bağlı olarak gelişen ve mortal seyreden peritonit bildirilmiş ve literatür gözden geçirilmiştir.
Keywords: Acinetobacter baumannii, peritonit, çoklu ilaca direnç, tedavi
Review
Mustafa Taşdelen, Şenay Durmaz Ceylan
Ortadogu Tıp Derg, Volume 11, Issue 4, pp. 561-576
ABSTRACT
Hyperprolactinemia, which is called as a normal release of prolactin hormone (PRL), is the most common pathological condition during endocrinological examinations. The most common type of pituitary adenomas that cause hormone hypersecretion is prolactinoma. Prolactinoma are almost always benign, but require treatment due to prolactin hypersecretion or gonadal dysfunction due to hypersecretion.
Keywords: Hyperprolactinemia, prolactinoma, dopamine agonist treatments
ÖZ
Prolaktin (PRL) hormonunun normalden daha yüksek miktarda salınımı olarak adlandırılan hiperprolaktinemi endokrinolojik tetkikler sırasında en sık rastlanılan patolojik durumdur. Hormon hipersekresyonuna neden olan hipofiz adenomlarının en sık karşılaşılan tipi prolaktinomalardır. Prolaktinomalar hemen her zaman benign olmalarına karşın, prolaktin hipersekresyonuna bağlı gonadal disfonksiyon yapmaları veya kitle etkisine bağlı çevre dokulara bası belirtileri oluşturmaları nedeni ile çoğunlukla tedavi gerektiren durumlardır.
Keywords: Hiperprolaktinemi, prolaktinoma, dopamin agonist tedaviler
Research Article
Doğukan Atabay, İsmet Miraç Çakır, Şükrü Oğuz, Oğuzhan Özdemir, Eser Bulut, Hasan Dinç
Ortadogu Tıp Derg, Volume 11, Issue 2, pp. 94-100
ABSTRACT
Aim: Surgical clipping is the gold standard treatment method for the treatment of intracranial aneurysms, but endovascular therapy has become an alternative to surgical treatment for the last 30 years. In aneurysms treated with the endovascular method, recurrence may develop due to the mechanic failure of coil. The purpose of this study is; endovascularly-treated aneurysms follow up as planed.
Material and Method: The study included 149 aneurysms of 130 patients treated and controlled endovascularly between January 2004 and December 2013. 72 of the patients were women, and 58 were males. Patients were between 13 and 81 years of age and the mean age was 50.9. Patients were followed for 6 to 84 months by magnetic resonance angiography and digital subtraction angiography. Morphological results were evaluated according to the Raymond classification. Raymond 1 (total occlusion), Raymond 2 (filling of the aneurysm neck) and Raymond 3 (residual aneurysm).
Results: Raymond class 1 occlusion was obtained in 116 aneurysms treated with endovascular treatment (77.9%), Raymond class 2 in 16 aneurysms (10.9%) and Raymond class 3 occlusion in 17 aneurysms (11.4%). The total recanalization rate was 22.1%. Of 33 patients with Raymond class 2 and 3, 17 were diagnosed at the 6th month. The remaining 14 patients were diagnosed at the 1st year controls and 2 patients at the 2nd year controls. Of the 33 aneurysms with remnant-recurrence, 5 were giant aneurysms (> 25 mm), 14 were large aneurysms (10-25 mm), and 14 were small aneurysms (<10 mm).
Conclusion: It is important to assess the stability of follow-up treatment after endovascular treatment and to detect early of recurrence. Many studies have reported that at least two controls should be performed within the first year after endovascular treatment. Long term follow-up is an appropriate choice to perform with magnetic resonance angiography.
Keywords: Intracranial aneurysm, endovascular treatment, digital subtraction angiography
ÖZ
Giriş ve Amaç: İntrakraniyal anevrizmaların tedavisinde cerrahi yolla klipleme altın standart tedavi metodu iken son 30 yıldır endovasküler tedavi cerrahi tedaviye alternatif hale gelmiştir. Endovasküler yol ile tedavi edilen anevrizmalarda, total oklüzyon sağlanmasına rağmen koillerin mekanik başarısızlığına bağlı nüks gelişebilir. Bu çalışmanın amacı; endovasküler yol ile tedavi edilmiş anevrizmaların takibi olarak planlanmıştır.
Gereç ve Yöntem: Çalışmaya Ocak 2004-Aralık 2013 tarihleri arasında endovasküler yolla tedavi edilen ve kontrollerine uyan 130 hastaya ait 149 anevrizma dahil edildi. Hastaların 72’si kadın, 58’i erkektir. Hastaların yaşı 13 ile 81 yaş arasında olup ortalama yaş 50,9’dur. Hastalar 6-84 ay arasında manyetik rezonans anjiyografi ve dijital substraksiyon anjiyografi ile takip edildi. Morfolojik sonuçlar Raymond sınıflamasına göre değerlendirildi. Raymond 1 (total oklüzyon), Raymond 2 (anevrizma boynunda doluş var) ve Raymond 3 (rezidü anevrizma) şeklindedir.
Bulgular: Endovasküler yolla tedavi edilmiş 116 anevrizmada (%77,9) Raymond sınıf 1, 16 anevrizmada (%10,9) Raymond sınıf 2, 17 anevrizmada (%11,4) Raymond sınıf 3 oklüzyon elde edilmiştir. Toplam rekanalizasyon oranı %22,1 bulunmuştur. Raymond sınıf 2 ve 3 olan 33 hastanın 17 tanesi 6.ay kontrollerinde tespit edilmiştir. Kalan 14 hasta 1.yıl kontrollerinde 2 hasta ise 2.yıl kontrollerinde tespit edilmiştir. Remnant-nüks tespit edilen 33 anevrizmanın 5 tanesi dev anevrizma (>25mm), 14 tanesi büyük anevrizma (10-25 mm), 14 tanesi ise küçük anevrizmlarda (<10mm) izlenmiştir.
Sonuç: Endovasküler tedavi sonrası takipler tedavinin stabilitesini değerlendirmek ve oluşabilecek nüksü erken dönemde saptanmasında önemlidir. Birçok çalışmada endovasküler tedavi sonrasında ilk yıl içerisinde en az iki kontrol yapılması gerektiği bildirilmektedir. Uzun dönem takiplerin manyetik rezonans anjiyografi ile yapılması uygun bir seçenektir.
Keywords: İntrakraniyal anevrizma, endovasküler tedavi, dijital subtraksiyon anjiyografi
Research Article
Celal Ayaz, Tuğba Sarı
Ortadogu Tıp Derg, Volume 11, Issue 1, pp. 73-77
ABSTRACT
Aim: Chronic delta hepatitis has been reported in 2,3-2,7% of studies in our country. Chronic delta hepatitis cases progress rapidly and show poor prognosis and the rate of developing cirrhosis are 70% in 5-10 years. The success of interferon (IFN) based treatment regimens for the treatment of delta hepatitis is about 30%. However, there is frequent relapse at the end of therapy, unless HBsAg seroconversion is developed.
Material and Methods: In this study, patients with chronic Delta hepatitis were evaluated retrospectively and the patients who were treated successfully were reviewed by reviewing the literature. Anti-HDV was positive in 243 (4.44%) of 5471 HBsAg positive patients who applied between 2012-2017. Peg-IFN alpha 2a was given if dominated by HDV and Peg-IFN alpha 2a and tenofovir disoproksil were given if dominant by HBV.
Results: The patients who were treated were evaluated and at the end of the treatment 10 of the patients had HBs Ag seroconversion and anti-HBs were positive.
Conclusion: Effective and timely treatment of chronic hepatic hepatitis cases will prevent the complications related to liver failure and prevent death.
Keywords: delta hepatitis, hepatitis B, treatment
ÖZ
Amaç: Kronik delta hepatiti ülkemizde yapılan çalışmalarda %2,3-2,7 oranında bildirilmektedir. Kronik Delta hepatitli olgular hızlı ilerleyerek ve kötü prognoz gösterir ve 5-10 yıl içinde %70 oranında siroz gelişir. Delta hepatiti tedavisinde interferon (IFN) temelli tedavi rejimlerinin başarısı %30 civarındadır. Ancak tedaviyi sonlandırdıktan sonra HBsAg serokonversiyonu gelişmediği sürece sık relaps görülmektedir. Bu çalışmada kronik Delta hepatitli olgular retrospektif olarak incelenmiş ve tedavi başarısı sağlanan hastalar tartışılmıştır.
Gereç ve Yöntemler: 2012-2017 tarihleri arasında başvuran 5471 HBsAg pozitif hastanın 243’ünde (%4,44) Anti-HDV pozitifliği saptandı. Hastalara HDV dominant virüs ise Peg-IFN alfa 2a, HBV enfeksiyonu dominant ise Peg-IFN alfa 2a ve tenofovir disoproksil kombinasyonu verildi.
Bulgular: Tedavi verilen hastalar değerlendirildiğinde, tedavi sonrası 10’unda (%4,11) HBs Ag serokonversiyonu geliştiği ve Anti-HBs’nin pozitifleştiği görüldü.
Sonuç: kronik Delta hepatit olgularında etkili ve zamanında tedavi sağlanması ile karaciğer yetmezliğine bağlı komplikasyonları önleyebilir.
Keywords: delta hepatit, hepatit B, tedavi
Research Article
Mehmet Yaşar Özkars, Serkan Kırık
Ortadogu Tıp Derg, Volume 10, Issue 4, pp. 403-406
ABSTRACT
Aim: The alternative therapy methods that have been in use for thousands of years in the asthma and still used with
pharmacological treatments used in modern times. In this study, we aimed to investigate which products/materials
are used in Complementary and Alternative Therapy (CAT) in asthma treatment in our region.
Material and Method: 155 children (66 female, 89 male) who were admitted to the Pediatric Allergy Clinic were
enrolled in this study. Mothers of children with asthma were asked whether they used CAT methods for their child.
In addition, the education level of the mothers and income rate of the family were also determined by questions.
Results: The educational status of the mothers of 35 patients who did not use CAT; 28,6% primary school and
42,9% mothers were university graduates. The educational status of mother of 120 patients using CAT; 35% of
mothers were primary school and 25% of mothers were college graduates. Family income status of 35 patients not
using CAT; 17,1% were low, 14,3% were middle and 68,6% were high income. When the family income status of
120 patients using CAT is examined; 10% patients were low, 15% were middle, and 75% had upper income levels.
No statistically significant difference was found between mother education level or family income level and the use
of CAT methods in asthma. The most commonly used method of CAT was honey. Then molasses, goat horn, molasses,
cucumber oil, olive oil, mint and lemon were coming in order.
Conclusion: As with all other chronic diseases in asthma, the use of CAT still used widespread worldwide. For this
reason, we think that physicians need to research and learn more about TAT applications.
Keywords: Asthma, child, alternative therapy
ÖZ
Amaç: Astım tedavisinde binlerce yıldır kullanılmakta olan tedaviler, modern çağda kullanılan farmakolojik tedavilerle birlikte kullanılmaya devam etmektedir. Amacımız bölgemizde astım tedavisinde Tamamlayıcı ve Alternatif Tedavide (TAT) nelerin kullanılmakta olduğunu araştırmaktır.
Gereç ve Yöntem: Çalışmamız Çocuk Alerji Polikliniğine gelen 155 (Kadın 66, Erkek 89) astımlı hastada yapılmıştır. Astımlı hastaların annelerine TAT yöntemleri kullanıp kullanmadıkları sorulmuştur. Ayrıca annelerin eğitim durumu ve ailenin gelir düzeyi de sorularla tespit edilmiştir.
Bulgular: Hastalarımızın 120’si astım tedavisinde TAT yöntemleri kullanırken 35 hastamız TAT yöntemlerini kullanmamaktaydı. TAT kullanmayan 35 hastanın annesinin eğitim durumu; %28,6 ilkokul ve %42,9 anne ise üniversite mezunu idi. TAT kullanan 120 hastanın annesinin eğitim durumu; %35 anne ilkokul ve %25 anne de üniversite mezunu idi. TAT kullanmayan 35 hastanın aile gelir durumu; %17,1 hasta düşük, %14,3 hasta orta ve %68,6 hasta üst gelir düzeyine sahipti. TAT kullanan 120 hastanın aile gelir durumu incelendiğinde; %10 hasta düşük, %15 hasta orta ve %75 hasta üst gelir düzeyine sahipti. Anne eğitim durumu veya aile gelir düzeyi ile astımda TAT yöntemleri kullanımı arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark tespit edilemedi. En fazla kullanılan TAT yöntemi baldı. Sonra sırasıyla pekmez, keçi boynozu, andız pekmezi, çörekotu yağı, zeytin yağı, nane ve limon gelmekteydi.
Sonuçlar: Astımda tüm diğer kronik hastalıklar gibi, dünya genelinde yaygın bir şekilde TAT kullanımı devam etmektedir. Bu nedenle biz hekimlerin TAT uygulamaları hakkında daha çok araştırma yapmaya ve bilgi edinmeye ihtiyacı olduğunu düşünüyoruz.
Keywords: Astım, çocuk, alternatif tedavi
Research Article
Fatih Karaahmet, Murat Kekilli
Ortadogu Tıp Derg, Volume 10, Issue 3, pp. 343-347
ABSTRACT
Aim: Chronic pancreatitis (CP) is irreversible damage of the pancreas characterized by acinar and islet cell loss and
parenchymal fibrosis of pancreas. Treatmet of CP is accociated with stage of endocrine and exocrine insufficiency and
started with conservative minimal invasive procedures. Because of complications surgical treatment procedures and
financial results, endoscopic treatment methods have an important role in the management of CP. The aim of this study
is to identify and describe the incidence, clinical presentation, endoscopic retrograde cholangiopancreatography (ERCP)
procedures details and the complication short and long (3-year follow-up) results of CP patients undergoing ERCP.
Material and Method: The ERCP procedures were held in Gastroenterology Endoscopy Unit between 15 Jenuary
2016 and 15 Jenuary 2017 and were retrospectively evaluated. Consecutive patients with all age diagnosed with CP
was screened for eligibility for inclusion in this study. Patients were compared with the demographic characteristics,
etiology of CP, treatment indications of the ERCP procedure, pancreatic stent implants, how many times ERCP was
done, pain manangement and ERCP realted complication.
Results: A total of 1037 consecutive patients who underwent ERCP were scanned retrospectivle. Fourteen CP
patients fulfilling the criteria of study. In CP patients the average diameter of the common bile duct was 8.42 mm
and the pancreatic duct 6 mm was found at ERCP. Nine (64.28%) patients aplied pancreatic stenting and 5 (35.71%)
patients had post-ERCP pancreatitis. ERCP procedures was applied to 4 patients 1 time, 9 patients 2 times, and in 1
patient 3 times at 3 years follow-up. The mean ERCP ratio in the CP patients was 1.78.
Conclusion: ERCP is an indispensable treatment management in the patient of CP which presence of abdominal
pain, recurrence or local complications that do not respond to medical treatment.
Keywords: Chronic pancreatitis, treatment, ERCP
ÖZ
Amaç: Kronik pankreatit (KrP), asiner ve adacık hücre kaybı, parankimal fibrozis ile karakterize pankreasın geri dönüşümsüz hasarı ile karakterizedir. KrP tedavisinde endokrin ve ekzokrin yetersizlik tablosu göz önüne alınarak en az invaziv olan konservatif yöntemler ile başlanmaktadır. Günümüzde cerrahi tedavi süreçlerin komplikasyonları ve mali sonuçları, endoskopik tedavi yöntemlerini öne çıkarmış olup KrP tedavisinde endoskopik tedavi yöntemleri önemli bir yer edinmiştir. Bu çalışmadaki amaç ERCP ile tedavi uygulanmış KrP hastaların insidansını, klinik prezentasyonlarını, ERCP işlemi detaylarını ve ERCP sonraki kısa ve uzun (3 yıllık takip) dönem sonuçlarını gösterebilmektir.
Gereç ve Yöntem: Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesi Gastroenteroloji Kliniği ERCP Ünitesi’nde, 15 Ocak 2016 ile 15 Ocak 2017 tarihleri arasında yapılan ERCP işlemleri geriye yönelik tarandı. Yaş sınırı gözetmeksizin KrP nedeniyle ERCP yapılan hastalar belirlendi. Hastaların demografik verileri, KrP etiyolojisi, yapılan ERCP işleminin tedavi endikasyonu, pankreatik stent implantasyonları, kaç kez ERCP yapıldığı, ağrının düzelmesi ve ERCP işlemi ile ilişkili komplikasyonlar kaydedildi.
Bulgular: ERCP uygulanan toplam 1037 hasta çalışma için araştırıldı. Bu hastalar içinde toplam 14 KrP hastası saptandı. Hastaların ERCP'de ortalama koledok çapı 8,42 mm olarak pankreatik kanal 6 mm olarak bulunmuştur. Dokuz (%64,28) hastaya pankreatik stent uygulanmış olup 5 (%35,71) hastada post-ERCP pankreatit gözlendi. Üç yıllık takipte 4 hastaya 1 defa, 9 hastaya 2 defa ve 1 hastaya 3 defa ERCP uygulanmış olup hastalardaki ortalama ERCP oranı 1,78 idi.
Sonuç: KrP'de tıbbi tedaviye cevap vermeyen ağrı, nüks veya lokal komplikasyonların varlığında ERCP invaziv olmakla birlikte vazgeçilmez tedavi yöntemidir.
Keywords: Kronik pankreatit, tedavi, ERCP
Research Article
Fatih Karataş
Ortadogu Tıp Derg, Volume 10, Issue 2, pp. 93-97
ABSTRACT
Aim: We wanted to evaluate the dose intensity and the rate of opioid use in patients hospitalized with a diagnosis of cancer at Medical Oncology Department.
Material and Method: June to December 2016, data were retropectively analiysed from 173 patients in 490 advanced cancer patients who were admitted to our clinic and received opioid treatment. Types of opioid use divided as weak (equal to ≤100 mg/day and strong (equal to >100 mg/day morphine), and the opioid dose intensity were examined.
Results: A total of 173 patients, 114 (66.3%) were male and 58 (33.7%) were female, mean age of 59.9±4.12 were found. 141 (81.5%) patients had metastases, 32 (18.5%) patients had no metastases. According to type of cancer, 37 patients were classified (21.4%) lung, 34 (19.7%) of the stomach, 22 patients (12.7%), breast, and 17 (9.8%), leukemia, lymphoma, 16 (9.2%), colon and 16 (9.2%) of the prostate, 11 patients (6.4%), the rectum, and 10 (5.8%), pancreatic cancer, and 10 patients (5.8%) present in other cancers. There were no statistically differences found among opioid side effects according to opioid dosage (p> 0.05).
Conclusion: Regardless of the type of cancer, high doses of opioid are required in at least one of the three opioidutilizing patients. Since high dose opioid use does not bring with it a higher risk of side effects, the opioid should be used in an effective and very high dose of opioid when it is needed for palliation of pain in cancer patients.
Keywords: Cancer pain, opioid therapy, low-dose opioid, high-dose opioid
ÖZ
Amaç: Opioidler ileri evre kanser hastalarında orta ve şiddetli ağrıların tedavisinin temel taşını oluşturmaktadır. Opioidlerin doğru endikasyonları oluşsa bile gerektiği kadar yaygın ve yeterli dozda kullanılmamaktadır. Ülkemizdeki opiod kullanımına ışık tutmak için, opioid kullanan kanser hastalarında tanı, opioid dozu ve yan etki profilini değerlendirmek istedik.
Gereç ve Yöntem: Haziran–Aralık 2016 tarihleri arasında kliniğimize yatan toplam 490 ileri evre kanser hastasının verileri retrospektif olarak incelendi ve bu hastalardan opioidle (fentanil) ağrı palyasyonu sağlanan 173 ileri evre kanser hastası çalışmaya dahil edildi. Opioid dozları zayıf (≤100 mg/gün oral morfin ve eşdeğeri) ve yüksek (>100 mg/gün oral morfin ve eşdeğeri) olarak ikiye ayrıldı ve guruplar arasında demografik veriler ve yan etkiler açısından farklılık olup olmadığı incelendi.
Bulgular: Toplam 173 hastanın, 115’i (%66.5) erkek ve 58’i (%33.5) kadındı ve ortalama yaş 59.9±12 olarak saptandı. Hastaların 141 (%81.5)’i metastatik, 32’si (%18.5) non-metastatik ileri evredeyken, 37 (%21.4) akciğer, 34 (%19.7) mide, 22 (%12.7) meme, 17 (%9.8) lenfoma-lösemi, 16 (%9.2) kolon, 16 (%9.2) prostat, 11 (%6.4) rektum, 10 (%5.8) pankreas ve 10 (%5.8) hastada ise diğer kanserler mevcuttu. Yüksek doz opioid kullanımı sıklığı ve tanılar (pankreas, mide, prostat, kolorektal, meme, akciğer ve lenfoma; sırasıyla %50, %44.1, %37.5, 30.7, %36.4, %32.4, ve %17.6, P = 0.62) ve yan etki profili açısından anlamlı fark yoktu (p>0.05).
Sonuç: Kanser türünden bağımsız olarak, opioid kullanan üç hastanın en az birinde yüksek doz opioid ihtiyacı mevcuttur. Yüksek doz opioid kullanımı beraberinde daha yüksek oranda yan etki riskini de getirmediğinden dolayı, kanser hastalarında ağrı palyasyonu için gerek görüldüğünde opioid dozu etkin ve çok yüksek dozlara kadar artırılarak kullanılmalıdır.
Keywords: Kanser ağrısı, opioid tedavisi, düşük doz opioid, yüksek doz opioid
Review
İrfan Karahan, Çağlar Alp, Aydın Çifci
Ortadogu Tıp Derg, Volume 10, Issue 1, pp. 68-72
ABSTRACT
Hyponatraemia is the most common electrolyte disorder in hospitalized patients, defined as serum sodium level below 135 mmol / L. This electrolyte disorder is associated with increased mortality, morbidity and prolonged hospital admission. Especially in the elderly, patients with severe symptoms may require rapid evaluation and intervention. Different disciplines can have different approaches and this prevents the standard approach. Clinical evaluation is usually overlooked and patients are trying to treat more laboratory tests. For this purpose, guides have been established with the aim of collecting approaches in a certain standard with the participation of many institutions. In this article we aimed at presenting practical approaches to hyponatremia by reviewing the guidelines.
Keywords: Hyponatremia management, current guidelines, diagnosis, treatment
ÖZ
Hiponatremi serum sodyum düzeyinin 135 mmol/L altında olması olarak tanımlanan ve hastanede yatan hastalarda en sık görülen elektrolit bozukluğudur. Bu elektrolit bozukluğu artmış mortalite, morbidite ve uzamış hastane yatışı ile ilgilidir. Özellikle yaşlılarda, şiddetli semptomu olan hastalarda hızlı değerlendirme ve müdahale gerekebilmektedir. Farklı disiplinlerin farklı yaklaşımları olabilmekte ve bu durum standart yaklaşım olmasını engellemektedir. Genellikle klinik değerlendirme gözardı edilmekte hastadan çok laboratuvar tetkikleri tedavi edilmeye çalışılmaktadır. Bu amaçla birçok derneğin katılımıyla yaklaşımları belli bir standartta toplamak amacıyla kılavuzlar oluşturulmuştur. Biz bu yazıda kılavuzları gözden geçirerek hiponatremiye uygun yaklaşımları pratik bir şekilde sunmayı amaçladık.
Keywords: Hiponatremi yönetimi, güncel kılavuzlar, tanı, tedavi
Case Report
Muhammed Taha Eser, Mehmet Ziya Çetiner, Erdal Reşit Yılmaz, Hüseyin Hayri Kertmen
Ortadogu Tıp Derg, Volume 9, Issue 4, pp. 207-209
ABSTRACT
Acute bilateral hematomas have higher mortality rates than unilateral epidural hematomas. They are rare presentation of traumatic head injury. The autors described the case of 5 years old male presenting trauatic head injury, Glascow Coma Scale of 15, isocoric pupils. Computed tomography showed bilateral frontal epidural hematomas, obliteration of the lateral ventricles frontal horn and sulci, a bilateral skull fracture reaching the vertex. Bilateral simultaneous drainage was made at the surgery. Patient was discharged with no neurological deficit. The correct approach on bilateral epidural hematomas depends on the volume, diagnosis time and neurological status. Immediately simultaneous drainage of bilateral hematomas has been shown to be an effective method for it.
Keywords: Head injury, bilateral epidural hematoma, surgical treatment
ÖZ
Bilateral epidural hematom nadir görülen bir durumdur. Genelde kafa travmalarını takiben oluşmaktadır. Nadir görülmesine rağmen mortalitesi yüksektir. 5 yaşında erkek hasta yüksekten düşme şikâyeti ile başvurdu. Tetkiklerinde bilateral epidural hematom saptanması üzerine acil şartlarda opere edildi. Cerrahi sonrası klinik durumu tamamen düzelerek taburcu edildi. Bilateral epidural hematom nadir görülmesine rağmen müdahale edilmesi gereken acil bir durumdur. Lezyonun yerine göre eş zamanlı bilateral kraniotomi ile cerrahi yapılması uygundur.
Keywords: Kafa travması, bilateral epidural hematom, cerrahi tedavi
Review
Mehmet Kabalcı, Turgut Kültür
Ortadogu Tıp Derg, Volume 9, Issue 4, pp. 191-197
ABSTRACT
Chronic venous insufficiency (CVI) is an important health problem due to both epidemiological and socioeconomic outcomes that decrease the quality of life due to both cosmetic reasons and complications. When aiming to reduce / control symptoms and prevent complications with conservative treatment, the goal of interventional treatment is to achieve a satisfactory cosmetic result with minimal complications, elimination of venous hypertension, excision of all varicosities. In addition to classical treatment methods percutaneous applications comes to be widespread. Endovenous laser ablation therapy, radiofrequency ablation therapy, steam ablation therapy, cyanoacrylate ablation therapy and sclerosing agent ablation are the best known of these current methods. These less invasive methods offer earlier discharge and more comfortable treatment. However, new technical challenges and high costs are the major problem of these new generation methods. On the other hand, short and mid-term results in terms of recurrence and successful outcome have been reported in the literature as similar to open surgery, but there is no clear data for long-term results yet.
In conclusion, although the gold standard for CVI is still a classic open surgical technique it is likely that different percutaneous methods will be more popular in the near future.
Keywords: Chronic venous insufficiency, sclerotherapy, endovenous laser therapy, radiofrequency ablation, cyanoacrylate
ÖZ
Kronik venöz yetmezlik (KVY) hem kozmetik sebepler hem de komplikasyonları nedeniyle yaşam kalitesini düşüren epidemiyolojik ve sosyoekonomik sonuçlarıyla önemli bir sağlık sorunudur. Konservatif tedavi ile semptomları azaltmak/kontrol altında tutmak ve komplikasyonları önlemek hedeflenirken, girişimsel tedavinin hedefi minimum komplikasyonla, venöz hipertansiyon kaynağının yok edilmesi, tüm varikozitlerin eksize edilmesi, tatminkar bir kozmetik sonuç sağlamaktır. KVY tedavisi için klasik tedavi yöntemlerinin yanı sıra perkütan uygulamalar da yaygınlaşmaya devam etmektedir. Endovenöz lazer ablasyon tedavisi, radyofrekans ablasyon tedavisi, buhar balsyon tedavisi, siyanoakrilat ile ablasyon tedavisi ve sklerozan madde ile ablasyon bu güncel yöntemlerin en bilinenlerindendir. Daha az invaziv olan bu yöntemler daha erken taburculuk ve daha konforlu bir tedavi süreci sunmaktadır. Ancak teknik açıdan yeni zorluklar ve yüksek maliyetler bu güncel seçeneklerin rutin bir uygulama olmasını engellemektedir. Öte yandan nüks ve başarılı sonuç anlamında kısa ve orta dönem sonuçları literatürde açık cerrahiye benzer olarak bildirilmeye başlamış olsa da henüz uzun dönem sonuçları için net veriler yoktur. Sonuçta, KVY için altın standart hala klasik açık cerrahi teknik olsa da yakın gelecekte değişik perkütan yöntemlerin ağırlık kazanacağı muhtemeldir.
Keywords: Kronik venöz yetmezlik, skleroterapi, endovenöz lazer tedavisi, radyofrekans ablasyon, siyanoakrilat
Case Report
Çiğdem Ataman Hatipoğlu, Taliha Karakök, Salih Cesur, Cemal Bulut, Nesrin Ata, Esra Kaya Kılıç, Sami Kınıklı, Ali Pekcan Demiröz
Ortadogu Tıp Derg, Volume 9, Issue 1, pp. 47-50
ABSTRACT
Tularemia is one of the endemic zoonotic infections seen in Turkey. Although the ulceroglandular form of the disease is the most common form in the world, oropharyngeal tularemia is the most common form in our country. Oropharyngeal tularemia can be acquired by ingesting contaminated water or food and can cause outbreaks.
In this paper, a tularemia case who had a history of being at a rural region five days ago was presented. He hadn’t history of bite or contact with wild animals or ingestion of spring water. Diagnosis was made by positivity in microagglutination test with a titer of 1/320. He was given beta-lactam antibiotics prior to the admission but his cervical lymphadenopathy hadn’t regressed. During the moxifloxacin therapy cervical lymphadenopathy was fistulated spontaneously and then regressed after 14 days therapy.
Keywords: Tularemia, oropharyngeal form, treatment, spontan drainage
ÖZ
Tularemi ülkemizde endemik olarak görülen zoonotik enfeksiyonlar içerisinde yer almaktadır.
Tüm dünyada en sık görülen tularemi formu ülseroglandüler form olmasına rağmen Türkiye’de en sık görülen formu orofaringeal form tularemidir. Orofaringeal form tularemi kontamine su veya gıdaların ağız yoluyla alınmasıyla bulaşır, su kaynaklı salgınlara neden olabilir.
Bu yazıda beş gün önce kırsal alana gitme öyküsü olan, ancak kaynak suyu içme, vahşi hayvan teması, kemirgen tarafından ısırılma öyküsü olmayan bir orofaringeal tularemi olgusu sunuldu. Hastanın tanısı mikroaglütinasyon testinde 1/320 titrede pozitiflik saptanması ile konuldu. Daha önceden beta-laktam antibiyotik tedavisi alan ancak servikal bölgedeki lenfadenopatisi gerilemeyen olgunun moksifloksasin tedavisi sırasında lenfadenopatisi fistülize olarak spontan drene oldu, ondört gün tedavi sonrası lezyonu geriledi.
Keywords: Tularemi, orofaringeal form, tedavi, spontan drenaj
Case Report
Esra Tanyel
Ortadogu Tıp Derg, Volume 9, Issue 1, pp. 39-41
ABSTRACT
Brucellosis is an endemic zoonotic disease in our country and it is frequently transmitted to humans by ingestion of unpasteurised milk or milk products. Neurobrucellosis is a serious complication of brucellosis and may develop at any stage of disease. The clinical spectrum of neurobrucellosis classified as central and peripheral. The most frequent clinical presentations are meningitis, meningoencephalitis, myelitis and cranial nerve paralyses. The psychiatric manifestations (depression, amnesia, psychosis and agitation) were reported in neurobrucellosis cases. Examination of the cerebrospinal fluid an elevated protein concentration, a depressed glucose concentration and a moderate leukocytosis compodes mainly of lymphocytes. The isolation rate of Brucella species from cerebrospinal fluid is so low, most of the neurobrucellosis cases were diagnosed by serological methods. Doxycyclie, rifampin, ciprofloxacin, ceftriaxone and trimethoprim-sulfamethoxazole preferred in the treatment of neurobrucellosis. Effective treatment reduce the sequelae caused by nervous system damage.
Keywords: Neurobrucellosis, clinical presentations, treatment
ÖZ
Brusellozis ülkemizde endemik olarak görülen bir zoonotik hastalıktır ve sıklıkla pastörize olmamış süt ve süt ürünlerinin tüketilmesi ile bulaşır. Nörobrusellozis hastalığın ciddi bir komplikasyonudur ve hastalığın herhangi bir safhasında gelişebilir. Nörobrusellozda klinik spektrum santral ve periferal olarak sınıflandırılır. En sık görülen klinik tablolar menenjit, meningoensefalit, miyelit ve kraniyal sinir paralizileridir. Nörobruselloz vakalarında psikiyatrik tablolar (depresyon, amnezi, psikoz ve ajitasyon) rapor edilmiştir. Beyin omurilik sıvısının incelemesinde protein konsantrasyonu artmış, glukoz konsantrasyonu azalmış ve başlıca lenfositlerden oluşan orta derecede lökosit artışı mevcuttur. Brusella türlerinin beyin omurilik sıvısından izolasyonu düşük olduğundan nörobruselloz vakalarına en sık serolojik yöntemlerle tanı konulmaktadır. Tedavide doksisiklin, rifampisin, siprofloksasin, seftriakson ve trimetoprim-sülfamotoksazol tercih edilir. Etkili tedavi ile sinir sistemi hasarına bağlı sekel azalır.
Keywords: Nörobruselloz, klinik tablolar, tedavi