Research Article
Semanur Özdel, Esra Bağlan, Mehmet Bülbül
Ortadogu Tıp Derg, Volume 12, Issue 2, pp. 181-185
ABSTRACT
Objective: Leg pain is a common complaint in childhood and is one of the most common causes of admission to pediatric rheumatology outpatient clinics. The aim of this study was to analyze the demographic data and etiology of patients presenting with leg pain and to reveal common causes.
Material and Methods: The files of patients who presented to our pediatric rheumatology outpatient department between August 2018 and August 2019 due to leg pain were retrospectively reviewed. Patient demographic, clinical, and laboratory data were obtained from the patients’ files and hospital database. An information form that collected data on patient gender and current age, age at disease onset, age at diagnosis was completed for all patients.
Results: The study included 270 patients with a mean age of 10.4 ± 4.8 years, including 170 (63%) females and 100 (37%) males. The mean age of onset of complaints was 9.1 ± 3.2 years. The most common cause of leg pain was hypermobility syndrome with 74 (27.4%) patients. Respectively, 41 (15%) patients were diagnosed with growing pain, 39 (14,4%) patients with Osgood-Schlatter disease, 32 (11,8%) patients with post-infectious arthritis / arthralgia, 28 (10,3%) patients with fibromyalgia, 20 (7,4%) patients with juvenile idiopathic arthritis. Two patients had acute lymphoblastic leukemia and 10 patients had acute rheumatic fever. All patients with fibromyalgia were girls and adolescents. 62.5% of leg pain was bilateral. 44% of patients really had leg pain. Although the complaint of presentation in other patients was leg pain, it was not the legs but the localized knee and ankles.
Conclusion: Leg pain is a common complaint both in childhood and adolescence. Hypermobility syndrome was the most common cause in both periods. Osgood-Schlatter disease and fibromyalgia should be considered especially in adolescence and growing pain in childhood. In addition to these benign diseases, diseases such as juvenile idiopathic arthritis and acute rheumatic fever should be considered, especially when the joint is swollen. Leukemia’s, avascular necrosis and meniscopathies may also present with leg pain. As a result, leg pain in children is a complaint that should be considered and patients should be questioned well and differential diagnosis should be made well.
Keywords: leg pain, growth pain, hypermobility, arthritis
ÖZ
Amaç: Bacak ağrısı çocukluk çağında sık görülen bir yakınma olup çocuk romatoloji polikliniklerine sık başvuru nedenlerinden birisidir. Bu çalışmada bacak ağrısı ile çocuk romatoloji polikliniğine başvuran olguların etiyolojilerinin araştırılması ve sık görülen nedenlerin ortaya konması amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntem: Ağustos 2018 ile Ağustos 2019 tarihleri arasında bacak ağrısı nedeniyle çocuk romatoloji polikliniğine başvuran 270 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastaların dosyaları geriye dönük olarak incelendi. Hastaların başvuru yakınmaları, demografik, klinik ve laboratuvar verileri önceden hazırlanmış formlara kaydedildi.
Bulgular: Çalışmaya %63’ü (n=170) kız olmak üzere 270 hasta dahil edildi. Hastaların ortalama yaşı ve ortalama yakınma başlama yaşı sırasıyla 10,4 ± 4,8 ve 9,1 ± 3,2 yıl bulundu. Bacak ağrısının en sık sebebi 74 (%27,4) hasta ile hipermobilite sendromuydu. Daha sonra sırasıyla 41 (%15) hastaya büyüme ağrısı, 39 (%14,4) hastaya Osgood-Schlatter hastalığı, 32 (%11,8) hastaya post-enfeksiyöz artrit/artralji, 28 (%10,3) hastaya fibromiyalji, 20 (%7,4) hastaya juvenil idyopatik artrit tanısı konuldu. On (%3,7) hasta akut romatizmal ateş, 2 (%0,74) hasta akut lenfoblastik lösemi tanısı aldı. Yaş grupları değerlendirildiğinde özellikle fibromyalji tanısı alan hastaların hepsi adolesan kız çocuğuydu. Bacak ağrılarının %62,5’i çift taraflıydı. Hastaların %44’ünde gerçekten bacak ağrısı varken diğer hastalarda başvuru yakınması bacak ağrısı olmasına rağmen asıl gösterilen yer bacaklar değil diz ve ayak bilek eklemleriydi.
Sonuç: Çocukluk çağında bacak ağrısı sık karşılaşılan bir yakınma olup sıklıkla hipermobilite sendromu ve büyüme ağrısı gibi inflamatuvar olmayan nedenlere bağlı olarak görülebilmektedir. Çalışmamızda da bacak ağrısının en sık sebebi hipermobilite sendromuydu. Özellikle adolesan dönemde Osgood-Schlatter hastalığı ve fibromiyalji, çocukluk döneminde ise büyüme ağrısı ön planda düşünülmelidir. Bu benign hastalıkların yanında özellikle eklemde şişlik olduğunda juvenil idyopatik artrit ve akut romatizmal ateş gibi hastalıklar da akılda tutulmalıdır. Yine nadir görülen hastalıklardan lösemiler, avasküler nekroz, meniskopatiler de bacak ağrısı ile başvurabilir. Sonuçta çocuklarda bacak ağrısı önemsenmesi gereken bir yakınma olup hastalar iyi sorgulanmalı ve ayırıcı tanı iyi yapılmalıdır.
Keywords: bacak ağrısı, büyüme ağrısı, hipermobilite, artrit
Research Article
Ugur Gurlevik, Mehmet Citirik, Erdogan Yasar, Sevilay Karahan
Ortadogu Tıp Derg, Volume 12, Issue 2, pp. 170-174
ABSTRACT
Purpose: The aim of this study was to investigate the effect of autologous serum and dexpanthenol gel on subjective symptoms after pterygium surgery.
Methods: An evaluation was made of patients who underwent the same technique of pterygium surgery between June 2017 and December 2017. Patients were divided into 2 groups with autologous serum used postoperatively in Group 1 (n: 18) and 5% dexpanthenol gel in Group 2 (n: 12). Evaluation was made of both groups in respect of postoperative pain, stinging, irritation, redness and graft edema.
Results: There was no statistically significant difference between the groups in respect of pain, stinging and watering on the 1st, 3rd and 7th days. A statistically significant decrease in these complaints was observed on days 3 and 7 in the group using dexpanthenol. There was no statistically significant difference between the groups on days 1, 3 and 7in respect of redness and graft edema. In both groups, a statistically significant increase was determined in these findings on days 3 and 7.
Conclusion: After pterygium surgery, many agents increase the comfort of patients. Autologous serum is the most reliable and most investigated agent. Dexpanthenolmay be an alternative to anterior segment surgery in respect of patient comfort and wound healing.
Keywords: dexpanthenol, pterygium, autologous serum, verbal pain scale
ÖZ
Amaç: Bu çalışmanın amacı, pterjiyum cerrahisi sonrası otolog serum ve dekspantenol jelin subjektif semptomlar üzerindeki etkisini araştırmaktır.
Metod: Haziran 2017 ve Aralık 2017 tarihleri arasında aynı cerrah tarafından yapılan pterjiyum cerrahisi uygulanan hastaların değerlendirilmesi yapıldı. Hastalar 2 gruba ayrıldı. Grup 1’de (n: 18) ameliyat sonrası otolog serum kullananlar ve grup 2’de (n: 12) %5 dekspantenol jel kullanılar vardı. Her iki grupta da postoperatif ağrı, batma, tahriş, kızarıklık ve greft ödemi yönünden değerlendirme yapıldı.
Bulgular: Gruplar arasında 1., 3. ve 7. günlerde ağrı, batma ve tahriş açısından istatistiksel olarak anlamlı fark yoktu. Dekspantenol kullanan grupta 3 ve 7. günlerde 1. güne göre bu şikayetlerde istatistiksel olarak anlamlı bir azalma gözlendi. Gruplar arasında kızarıklık ve greft ödemi açısından 1., 3. ve 7. günlerde istatistiksel olarak anlamlı fark yoktu. Her iki grupta da, bu bulgularda 3. ve 7. günlerde 1. güne göre istatistiksel olarak anlamlı bir artış tespit edildi.
Sonuç: Pterjiyum cerrahisi sonrası birçok ajan hasta konforunu arttırmaktadır. Otolog serum en güvenilir ve en çok araştırılan ajandır. %5 Dexpanthenol jel, hastanın konforu ve yara iyileşmesi açısından ön segment cerrahisine alternatif olabilir.
Keywords: dexpanthenol, pterygium, otolog serum, sözel ağrı ölçeği
Research Article
Tülin Arici, Bora Uzuner
Ortadogu Tıp Derg, Volume 12, Issue 2, pp. 159-164
ABSTRACT
Aim: The aim in this study is to evaluate retrospectively the patients who referred to the pain clinic in our hospital with pain in 45 months period with regards to pain types, demographic characteristics and treatment methods.
Material and Methods: In our study, we investigated the records of patients with chronic pain in Saglik Bilimleri University Samsun Training and Research Hospital pain clinic between July 2015-March 2019 in a cross-sectional study. Pain types, demographic characteristics and treatment methods were evaluated retrospectively.
Results: During 45 months period, it was showed that 25288 patients with chronic pain referred to the pain clinic. 16046 (63.5%) patients were female and 9242 (36.5%) patients were male. The most common causes of non-cancer pain were back pain, myofascial pain and neuropathic pain. The number of patients with cancer pain were 674 (2.7%). We observed that all of the patients had medical treatment and 3635 (14.4%) patients had both medical and interventional pain treatment. The most common interventional pain treatments methods were trigger point injection, joint injection, transforaminal epidural injection and facet median nerve block.
Conclusion: We have shown that it has been referred numerous patients in our clinic at 45 months period and interventional pain treatment has been administered to 14.4% of these patients. For this reason, we believed that these results will be an important data source for chronic pain studies.
Keywords: pain, pain clinic, interventional pain treatment
ÖZ
Amaç: Bu çalışmadaki amacımız, hastanemiz ağrı polikliniğine 45 aylık sürede ağrı şikayeti ile başvuran hastaların demografik özellikleri, ağrı tipleri ve tedavilerini geriye dönük olarak değerlendirmektir.
Gereç ve Yöntemler: Çalışmamızda Temmuz 2015-Mart 2019 tarihleri arasında Sağlık Bilimleri Üniversitesi Samsun Eğitim ve Araştırma Hastanesi ağrı polikliniğine kronik ağrı şikayeti ile başvuran hastaların dosyaları incelendi. Hastaların demografik özellikleri, ağrı tipleri ve uygulanan tedaviler geriye dönük, kesitsel çalışma olarak değerlendirildi.
Bulgular: 45 aylık sürede polikliniğimize 25288 kronik ağrılı hastanın başvurduğu görüldü. Hastaların 16046’sı kadın (%63,5), 9242’si erkek (%36,5) olarak tespit edildi. En sık kanser dışı ağrı nedenleri (KDA); bel ağrısı, miyofasial ağrı ve nöropatik ağrı idi. Kanser ağrısı (KA) nedeni ile başvuran hasta sayısı 674 (%2,7) idi. Hastaların tamamına medikal tedavi ve 3635 (%14,4) hastaya ek olarak girişimsel ağrı tedavisi uygulandığı tespit edildi. En sık yapılan girişimsel ağrı tedavi yöntemleri; tetik nokta enjeksiyonu, eklem içi enjeksiyon uygulaması, transforaminal epidural enjeksiyon ve faset median sinir bloğu uygulaması olarak saptandı.
Sonuçlar: 45 aylık sürede algoloji kliniğimize yoğun bir hasta başvurusu olduğu ve hastaların %14,4’lük kısmına girişimsel ağrı tedavisi uygulandığı görülmüştür. Merkezimizin bu sonuçlarının kronik ağrı çalışmaları için önemli bir veri kaynağı olacağını düşünmekteyiz.
Keywords: ağrı polikliniği, ağrı, girişimsel ağrı tedavileri
Research Article
Tuba Tülay Koca
Ortadogu Tıp Derg, Volume 12, Issue 1, pp. 34-39
ABSTRACT
Aim: Kinesiotaping (KT) is a non-invasive method used for the treatment of pain and muscle dysfunction. In this study we assess the effect of KT on carpal tunnel syndrome (CTS).
Material and Method: A total of 56 patients diagnosed with CTS were randomly selected and KT applicated two times for a period of three days. Results were evaluated before and after the application using the Boston carpal tunnel questionnaire, the visual analog scale (VAS) and the Duruöz hand index.
Results: The mean age of the patients included in the study was 42.9±11.7 years, with 41 being female (73.2%) and 15 male (26.8%). A majority of the KT applications (83.2%) were done on the right hand of the patients, 8.9% were on the left hand, and 1.8% were bilateral. There was a statistical difference, according to Paired-samples t test of VAS, Boston carpal tunnel questionnaire and Duruöz hand index. (p = 0.00/p=0.000/p= 0.011). Moreover, in terms of gender, the Boston function severity score (FSS) after application was statistically higher in the female participants compared to the male participants (p = 0.047).
Conclusion: Following the application of KT, pain intensity was reduced, hand function and daily activities were improved for the patients with CTS. Greater improvement was observed after the application with KT in the male patients compared to the female patients.
Keywords: Carpal tunnel syndrome, kinesiotaping, pain, neuropathic pain
ÖZ
Amaç: Kinezyobantlama (KT), ağrı ve kas disfonksiyonunun tedavisinde kullanılan noninvazif bir yöntemdir. Bu çalışmada KT’nin karpal tünel sendromu (KTS) üzerindeki etkisini değerlendirdik.
Gereç ve Yöntem: KTS tanılı toplam 56 hasta rastgele seçildi ve iki kez üç gün süreyle KT uygulandı. Bulgular, Boston karpal tünel anketi, görsel analog skala (VAS) ve Duruöz el indeksi kullanılarak uygulamadan önce ve sonra değerlendirildi.
Bulgular: Çalışmaya dahil edilen hastaların yaş ortalaması 42,9 ± 11,7 yıl, 41’i kadın (%73,2) ve 15’i erkekti (%26,8). KT uygulamalarının çoğunluğu (%83,2) sağ el, %8,9 solda ve %1,8 bilateral olarak yapıldı. VAS, Boston karpal tünel anketi ve Duruöz el indekslerinde eşleştirilmiş örneklem t testine göre istatistiksel olarak anlamlı bir fark vardı (p=0.00 / p=0.000 / p=0.011). Ayrıca, cinsiyet açısından, uygulama sonrası Boston fonksiyonel şiddet skoru (FSS), kadın katılımcılarda erkek katılımcılara göre istatistiksel olarak daha yüksekti (p=0.047).
Sonuç: KT uygulamasının ardından KTS’li hastalarda ağrı şiddeti azalmış, el fonksiyonu ve günlük aktiviteler iyileşmişti. Erkek hastalarda KT ile uygulama sonrası kadın hastalara göre daha fazla iyileşme gözlendi.
Keywords: karpal tünel sendromu, kinezyobantlama, ağrı, nöropatik ağrı
Research Article
Savaş Karpuz
Ortadogu Tıp Derg, Volume 11, Issue 3, pp. 283-287
ABSTRACT
Aim: The aim of our study was to determine the levels of information and awareness of the nurses who work on neuropathic pain in the departments of physical medicine and rehabilitation, neurology and neurosurgery.
Material and Method: A total of 90 nurses (30 per each department) who work in the physical medicine and rehabilitation, neurology and neurosurgery departments of Necmettin Erbakan University Meram Medical Faculty, Selcuk University Selcuklu Medical Faculty, Konya Numune Hospital took part in the study. The level of information and awareness of the nurses on neuropathic pain were assessed via a questionnaire prepared by specialists in the light of recent literature. The questionnaire was composed of 30 questions including the definition, symptoms, treatment and management of neuropathic pain.
Results: None of 90 nurses participating in the study were given any previous in-service training on neuropathic pain. According to the assessments, 80% of nurses (n=72) were found not to have sufficient knowledge about definition of neuropathic pain; 83.3% (n=75) about diseases causing neuropathic pain; 83.3% (n=75) about symptoms of neuropathic pain; and 90% (n=81) about management of neuropathic pain. The findings obtained from the nurses of these three departments showed no statistically significant relation.
Conclusion: Our findings indicated that the knowledge of participants’ about neuropathic pain who work in these three departments seriously lack of information. Informing nurses about neuropathic pain during in-service training will be an important step towards improving the quality of services provided.
Keywords: nurse, neuropathic pain, knowledge
ÖZ
Amaç: Çalışmamızın amacı, fiziksel tıp ve rehabilitasyon, nöroloji ve nöroşirürji bölümlerinde nöropatik ağrı üzerine çalışan hemşirelerin bilgi düzeylerini ve farkındalıklarını belirlemektir.
Gereç ve Yöntem: Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, Selçuk Üniversitesi Selçuklu Tıp Fakültesi, Konya Numune Hastanesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon, Nöroloji ve Nöroşirürji bölümlerinde çalışan 90 hemşire (her bölüm için 30 hemşire) çalışmaya katılmıştır. Hemşirelerin nöropatik ağrı hakkındaki bilgi düzeyi ve farkındalığı, uzmanlar tarafından son literatür ışığında hazırlanan anket formu ile değerlendirildi. Anket, nöropatik ağrının tanımı, semptomları ve tedavisi dahil 30 sorudan oluşuyordu.
Bulgular: Çalışmaya katılan 90 hemşirenin hiçbirine nöropatik ağrı konusunda herhangi bir hizmet içi eğitim verilmemişti. Değerlendirmelere göre, hemşirelerin %80’inin (n=72) nöropatik ağrının tanımı hakkında; %83,3 (n=75) nöropatik ağrıya yol açan hastalıklar hakkında; %83,3 (n=75) nöropatik ağrının semptomları hakkında; ve %90 (n=81) nöropatik ağrının tedavisi hakkında yeterli bilgiye sahip olmadığı tespit edilmiştir. Hemşirelerin bölümleri ile bilgi düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki göstermedi.
Sonuç: Bulgularımız, her bu üç bölümde çalışan katılımcıların nöropatik ağrı hakkındaki bilgilerinin ciddi bir şekilde eksik olduğunu gösterdi. Hemşirelere nöropatik ağrı hakkında hizmet içi eğitim verilmesi, sunulan hizmetlerin kalitesinin artırılması yönünde önemli bir adım olacaktır.
Keywords: hemşire, nöropatik ağrı, bilgi düzeyi
Research Article
Erbin Kandemir, Tuğba Aşkın, Tünay Kandemir, Gonca Oğuz Tuncel, Süheyla Ünver
Ortadogu Tıp Derg, Volume 11, Issue 2, pp. 136-142
ABSTRACT
Aim: Breast cancer is the most common cancer in women and is the second most cause of cancer associated death. After diagnosis is made, emotional distress, anxiety and depression occurs in 35-38% of women. High anxiety levels prior to operation increases the sensitivity and expectation of the patients towrads pain, influencing the severity of postoperative pain. The aim of the present study was to evaluate the effect of preoperative anxiety on postoperative pain expectation, postoperative pain and opioid consumption in patients undergoing modified radical mastectomy.
Material and Method: 60 female patients between the ages of 18-65 were included in the present study. Preoperative anxiety was evaluated using State Trait Anxiety Inventory (STAI) and postoperative pain expectation using Visual Analog Scale (VAS). STAI1 test was administered at preoperative visit, preoperatively and postoperative 6th hour while STAI2 was administered at preoeprative visit. Demographic characteristics were questioned. Postoperative pain levels and overall morphine consumption were recorded.
Results: Postoperative STAI1 values were significantly lower than preoperative visit and preoperative STAI1 values (p=0.002 - p=0.004). Weak but statistically significant correlation was shown between preoperative visit STAI1 and STAI2 values. A statistically significant but weak positive relation was found betwen STAI1 preoperative and STAI1 postoperative 6th hour values and postoperative VAS (p=0.030; rho=0.280; p=0.003; rho=0.378). Median postperative pain expectation was found to be 6.0 (min=3.0; max=10.0).
Conclusion: In the present study, it was demonstrated that high preoparetive anxiety scores are associated with increased postoperative pain level anxiety stimulations may potentiate pain, by exerting pain like effect via psychological system. It is our suggestion that, in special patient groups in which anxiety levels are high, such as breast cancer patients, planning postoeprative pain management after determining preoperative anxiety level and other risk factors will increase patient satsisfaction and the efficacy of analgesia.
Keywords: modified radical mastectomy, anxiety, expectation of
ÖZ
Amaç: Meme kanseri kadınlarda en sık görülen ve ikinci sırada yer alan kanser ilişkili ölüm sebebidir. Tanı konulduktan sonra hastaların %35-38’inde emosyonel distres, anksiyete ve depresyon görülür. Ameliyat öncesi yüksek anksiyete, hastanın ağrıya karşı olan hassasiyetini ve beklentisini arttırarak postoperatif ağrının şiddetini etkileyebilir. Bu çalışmadaki amacımız modifiye radikal mastektomi operasyonu uygulanan hastalarda preoperatif anksiyetenin postoperatif ağrı beklentisi, postoperatif ağrı ve opioid tüketimi üzerine etkisinin değerlendirilmesidir.
Gereç ve Yöntem: Çalışmaya 18-65 yaş arası 60 kadın hasta dahil edildi. Preoperatif anksiyete Sürekli Durum Anksiyete Envanteri (STAI), postoperatif ağrı beklentisi Visüel Analog Skala (VAS) kullanılarak değerlendirildi. STAI1 testi preoperatif vizit, preoperatif, postoperatif 6. saatte, STAI2 ise preoperatif vizitte uygulandı. Demografik özellikler sorgulandı. Hastaların postoperatif ağrı seviyeleri ve toplam morfin tüketimleri izlenerek kaydedildi.
Bulgular: Postoperatif STAI1 değerleri, preoperatif vizit ve preoperatif STAI1’den anlamlı düzeyde düşüktü (p=0,002 - p=0,004). Preoperatif vizit STAI1 ile STAI2 arasında istatistiksel olarak anlamlı pozitif zayıf korelasyon olduğu gösterildi. STAI1 preoperatif ve STAI1 postoperatif 6. saat ile postoperatif VAS arasında istatistiksel olarak anlamlı pozitif zayıf bir ilişki olduğu belirlendi (p=0,030; rho=0,280; p=0,003; rho=0,378). Operasyon sonrası postoperatif ağrı beklentisi ortancası 6,0 (min=3,0; maks=10,0) olarak bulundu.
Sonuç: Çalışmamızda preoperatif yüksek anksiyete skorlarının artmış postoperatif ağrı düzeyi ile ilişkili olduğu gösterildi. Anksiyete uyarıları psikolojik sistem üzerinden ağrı benzeri etkiler yaparak ağrıyı potansiyelize edebilir. Meme kanseri gibi anksiyetenin yüksek olduğu özellikli hasta gruplarında, preoperatif anksiyete düzeyi ve diğer risk faktörleri belirlendikten sonra postoperatif ağrı tedavisi planının yapılmasının hasta memnuniyeti ve analjezi etkinliğini arttıracağını düşünüyoruz.
Keywords: modifiye radikal mastektomi, anksiyete, ağrı beklentisi
Case Report
Sami Çifçi, Hüseyin Ataseven
Ortadogu Tıp Derg, Volume 11, Issue 1, pp. 91-93
ABSTRACT
Pancreatic duct stent placement is a procedure which is performed in chronic pancreatitis in order to palliation of pain. In patients with dilate pancreatic ducts and stones, migrations or fractures of the stents may rarely ocur. In such cases endoscopic methods can be used as first plan treatment. However, in case of failure serious problems can be confront. Here, we presented a case in which stent was inserted into pancreatic canal. The stent was broken in the lumen and then removed with a balloon catheter.
Keywords: abdominal pain, pancreatitis, stent
ÖZ
Kronik pankreatitde ağrı palyasyonu amacı ile pankreatik kanala stent yerleştirilmesi uygulanan bir yöntemdir. Özellikle dilate pankreatik kanalı ve taşı bulunan hastalarda yeterli drenajı sağlamak amacı ile takılmak istenen stentlerde migrasyon veya kırılma nadirde olsa rastlanılabilen durumlardır. Bu gibi durumlarda endoskopik tedavi yöntemleri ilk planda kullanılmakla beraber başarısızlık durumlarında ciddi sorunlar ile karşılaşılabilinmektedir. Biz burada ağrı palyasyonu amacı ile pankreatik kanala taktığımız ve lümen içerisinde kırılmış olan stentin balon kateter ile çıkartıldığı bir vakayı sunduk.
Keywords: karın ağrısı, pankreatit, stent
Research Article
Burhan Fatih Koçyiğit, Tuba Tulay Koca
Ortadogu Tıp Derg, Volume 11, Issue 1, pp. 15-21
ABSTRACT
Aim: The aim of our study was to determine the existence of neuropathic pain (NP) in knee OA and its association with risk factors, functional status, quality of life, and depression.
Material and Methods: This was a descriptive study. A total of 100 patients (90 female, 10 male) with knee OA were enrolled. Data including age, gender, educational status, working status, body mass index, and symptom duration were obtained from patients. Patients were divided into three groups according to the PainDETECT scores: likely NP, possible NP, unlikely NP. Patients' pain severity was assessed using visual analogue scale (VAS). For the presence of NP, PainDETECT scale was used. Functional status was evaluated by Western Ontario and McMaster University Osteoarthritis Index (WOMAC). Quality of life was assessed using Short Form-36 questionnaire (SF-36) and depression level was evaluated using Hamilton Depression Scale (HAM-D). Kellgren-Lawrence grading system was used to determine the radiologic severity. Pain, functional status, quality of life and depression were compared among the groups.
Results: Of the total, 18 patients (18%) were in the likely NP group; 23 patients (23%) were in the possible NP group and 59 (59%) patients were in the unlikely NP group. No significant differences were detected between the groups in sociodemographic data (p > 0.05). Significant differences were detected in symptom duration, VAS, WOMAC, SF-36 physical functioning subscale, physical role functioning subscale, social role functioning subscale, vitality subscale, bodily pain subscale, general health perceptions subscale and HAM-D scores among the groups (p < 0.05). PainDETECT scores were significantly correlated with VAS, WOMAC, SF-36 subscales, and HAM-D (p < 0.05).
Conclusion: This study revealed that NP is associated with severe pain, reduced functionality, impairment in quality of life, and higher depression scores in patients with knee OA.
Keywords: knee osteoarthritis, neuropathic pain, functional status, quality of life, depression
ÖZ
Amaç: Çalışmamızın amacı, diz OA'da nöropatik ağrı (NA) varlığını ve risk faktörleri, fonksiyonel durum, yaşam kalitesi ve depresyon ile ilişkisini belirlemektir.
Gereç ve Yöntemler: Bu tanımlayıcı bir çalışmadır. Diz OA’i tanılı toplam 100 hasta (90 kadın, 10 erkek) çalışmaya alındı. Hastalardan yaş, cinsiyet, eğitim durumu, çalışma durumu, vücut kütle indeksi ve semptom süresini içeren veriler elde edildi. PainDETECT skorlarına göre hastalar üç gruba ayrıldı: pozitif NA, muhtemel NA, negatif NA. Hastaların ağrı şiddeti görsel analog skala (GAS) ile değerlendirildi. NA varlığı için PainDETECT ölçeği kullanıldı. Fonksiyonel durum Western Ontario ve McMaster Üniversitesi Osteoartrit İndeksi (WOMAC) ile değerlendirildi. Yaşam kalitesi Kısa Form-36 anketi (KF-36), depresyon düzeyi Hamilton Depresyon Skalası (HAM-D) kullanılarak değerlendirildi. Radyolojik değerlendirme için Kellgren-Lawrence evreleme sistemi kullanıldı. Gruplar arasında ağrı, fonksiyonel durum, yaşam kalitesi ve depresyon karşılaştırıldı.
Bulgular: Toplam 18 hasta (%18) pozitif NA grubunda, 23 hasta (%23) muhtemel NA grubunda, 59 hasta negatif NA grubundaydı. Sosyodemografik verilerde gruplar arasında anlamlı fark saptanmadı (p > 0.05). Semptom süresi, GAS, WOMAC, KF-36 fiziksel fonksiyon alt ölçeği, fiziksel rol işleyişi alt ölçeği, sosyal fonksiyon alt ölçeği, canlılık alt ölçeği, ağrı alt ölçeği, genel sağlık durumu alt ölçeği ve HAM-D skorları arasında gruplar arasında anlamlı fark bulundu (p < 0.05). PainDETECT skorları GAS, WOMAC, KF-36 alt ölçekleri ve HAM-D ile anlamlı olarak koreleydi (p < 0.05).
Sonuç: Bu çalışma diz OA hastalarında NA'nın şiddetli ağrı, azalmış işlevsellik, yaşam kalitesinde bozulma ve daha yüksek depresyon skorları ile ilişkili olduğunu ortaya koymuştur.
Keywords: diz osteoartriti, nöropatik ağrı, fonksiyonel durum, yaşam kalitesi, depresyon
Research Article
Levent Demirtaş, Aytekin Çıkman, Hilal Alpcan, Aysu Timuroğlu, Faruk Karakeçili
Ortadogu Tıp Derg, Volume 10, Issue 2, pp. 157-161
ABSTRACT
Aim: Determining Entamoeba histolytica seroprevalence in patients with abdominal pain having no diarrhea who applied to internal medicine policlinics was aimed in this study.
Material and Method: In the study, 472 patients who applied to internal medicine policlinics between November 2013-December 2016 with the complaint of abdominal paint without having any diseases such as diarrhea, as the leading, acute abdominal pain, dyspepsia, cholecystopathy, acute coronary syndrome, inflammatory bowel disease, malignity, urinary tract infection, and genital and gynecological infection and 218 healthy volunteer individuals for creating the control group were included recording their age and gender properties. For the stool of the patients, ELISA kit including monoclonal antibodies against adhesin antigen specific to Entamoeba histolytica was used.
Results: Number of Entamoeba histolytica positive individuals was determined as 23 (4.9%) in patient group, and as 3 (1.4%) in the control group, and the value was found to be statistically significant (P=0.024). no significant difference was determined between gender and ages of the individuals in statistical comparison performed between the groups (P>0.05).
Conclusion: Obtained results indicated that Entamoeba histolytica was possible to be present in patients applied with the complaint of abdominal pain even without diarrhea. According to the findings we obtained, it was possible to assume that Entamoeba histolytica could cause abdominal pain during the period when it was considered to be asymptomatic. Furthermore, abdominal pain syndrome could be started to be treated diagnosing of Entamoeba histolytica early, and so that this possibilities for preventing the chronic diseases this protozoon is possible to cause in a long-term period could be provided.
Keywords: Entamoeba histolytica, diarrhea, abdominal pain, seroprevalence
ÖZ
Amaç: Bu çalışmada ishali olmadan, karın ağrısı ile iç hastalıkları polikliniğine başvuran hastalarda Entamoeba histolytica’nın seroprevelansının belirlemesi amaçlandı.
Gereç ve Yöntem: Kasım 2013 - Aralık 2016 tarihleri arasında başta ishal olmak üzere, akut karın, dispepsi, kolesistopati, akut koroner sendrom, inflamatuvar barsak hastalığı, malignite, idrar yolu enfeksiyonu, genital ve jinekolojik enfeksiyon gibi, herhangi bir rahatsızlığı olmayıp, karın ağrısı şikayeti ile iç hastalıkları polikliniğine başvuran 472 hasta birey ile kontrol grubu oluşturmak için 218 sağlıklı gönüllü birey, yaş ve cinsiyet özellikleri kaydedilerek çalışmaya alındı. Hastaların dışkılarında Entamoeba histolytica’ya spesifik adezin antijenine karşı monoklonal antikorların bulunduğu ELISA kiti kullanıldı.
Bulgular: Entamoeba histolytica pozitif kişi sayısı hasta grubunda 23 (%4.9) iken, kontrol grubunda ise 3 (%1.4) olarak saptandı ve istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p=0.024). Gruplar arası yapılan istatistiksel karşılaştırmada bireylerin cinsiyet ve yaşları arasında anlamlı fark saptanmadı (p>0.05).
Sonuç: Elde edilen sonuçlar, karın ağrısı ile başvuran hastalarda ishal olmadan da Entamoeba histolytica bulunabileceğini göstermektedir. Elde ettiğimiz bulgulara göre Entamoeba histolytica’nın asemptomatik olduğu varsayılan dönemlerde karın ağrısına neden olabileceği varsayılabilir. Ayrıca karın ağrısı semptomu, Entamoeba histolytica’nın erken teşhis edilerek tedavi sürecinin başlatılmasına ve böylece bu protozoonun uzun dönemde sebep olabileceği kronik hastalıkların önlenmesine olanak sağlayabilir.
Keywords: Entamoeba histolytica, ishal, karın ağrısı, seroprevalans
Case Report
Hüseyin Kandemir, Çağlar Alp, Muhammed Karadeniz, Taner Sarak, Murat Tulmaç
Ortadogu Tıp Derg, Volume 10, Issue 2, pp. 205-208
ABSTRACT
Single coronary artery anomaly is a rare anomaly in which the right and left coronary arteries arise from a single ostium from the sinus valsalva and feeds whole heart. Most of the cases may be asymptomatic but can cause angina, syncope, myocardial infarction and sudden cardiac death. It is especially important to be diagnosed in terms of association with other congenital anomalies and the risk of encountering clinical scenarios such as sudden death in young age. Therefore a case was presented with a single coronary artery anomaly and angina complaints in this article.
Keywords: Congenital anomaly, chest pain, coronary arteries
ÖZ
Tek koroner arter anomalisi, sağ ve sol koroner arterlerin sinüs valsalvadaki tek bir ostiyumdan çıktığı ve tüm kalbi beslediği nadir görülen bir anomalidir. Olguların büyük kısmında asemptomatik olmakla beraber anjina, senkop, miyokard infarktüsü ve ani kardiyak ölüme neden olabilir. Özellikle genç yaşta ani ölüm gibi klinik tablolarla karşılaşma riski olması ve diğer konjenital anomalilerle olan birlikteliği açısından tanı konması önemlidir. Bu nedenle bu yazıda tek koroner arter anomalisi olan ve anjina yakınması ile başvuran bir hasta sunulmuştur.
Keywords: Konjenital anomali, göğüs ağrısı, koroner arterler
Research Article
Mahmut Kalem, Ercan Şahin, Hakan Kocaoğlu, Kerem Başarır, Yusuf Yıldız, Yener Sağlık
Ortadogu Tıp Derg, Volume 10, Issue 2, pp. 179-182
ABSTRACT
Aim: Osteoid osteoma is a benign bone tumor that can be located throughout the entire skeleton except the skull.
Osteoid osteoma can be a cause of painful foot even though it is rarely seen at foot. With this paper we intend to
elucidate our clinical expertise at such cases at foot while highlighting osteoid osteoma as a distinct cause of foot pain.
Material and Method: Data were extracted retrospectively from files of ten patients with osteoid osteoma at foot.
Results: There were 6 (60%) lesions at metatarsal bones, 2 (20%) at talus, 1 (%10) at calcaneus and 1 (%10) at
distal phalange. Mean time to diagnosis was 30 months at this cohort, while mean follow-up was 2.9 years.
Conclusion: Osteoid osteoma should be considered as a distinct cause of foot pain when plain x-rays were no
sufficient for diagnosis and advanced imaging modalities should be considered.
Keywords: Osteoid osteoma, foot pain
ÖZ
Amaç: Osteoid osteoma benign bir kemik tümörü olup kafatası kemikleri hariç vücuttaki tüm kemiklerde izlenebilir.
Ayakta yerleşimi nadir olmakla beraber ayak ağrısı ayırıcı tanısında yer almaktadır. Bu çalışmanın amacı ayak
yerleşimli osteoid osteoma vakalarında klinik tecrübemizi ve lezyonun ayırıcı tanıdaki yerini ortaya koymaktır.
Gereç ve Yöntem: Toplamda ayakta osteoid osteoma ile takip edilen 10 hasta retrospektif olarak lokalizasyon,
tedavi seçenekleri ve sonuçları açısından değerlendirildi.
Bulgular: Lezyonların yerleşimlerine bakıldığında 6 hastada metatarsta (%60), 2 hastada talusta (%20), 1 hastada
kalkaneusta (%10) ve 1 hastada distal falanksta (%10) olduğu izlendi. Hastalarda tanı alma sürelerinin ortalama 30
ay iken tedavi sonrası ortalama takip süresinin 2,9 yıl olduğu görüldü.
Sonuç: Osteoid osteoma ayakta yerleşimi sık olmasa da direk grafilerle tanı konulamayan ayak ağrısı olgularının ayırıcı
tanısında osteoid osteoma da akla getirilmeli ve şüpheli olgularda ileri görüntüleme yöntemlerine başvurulmalıdır.
Keywords: Osteoid osteoma, ayak ağrısı
Research Article
Ömer Fatih Şahin, Yakup Aksoy, Ayhan Kaydu, Erhan Gökçek
Ortadogu Tıp Derg, Volume 10, Issue 2, pp. 149-153
ABSTRACT
Aim: The purpose of this study was determine the efficacy of ultrasound guided transverse abdominis plane (TAP) block in patients after cesarean operation under spinal anesthesia.
Material and Method: In this retrospective study, we reviewed the patient files which was elective cesarean operation under spinal anesthesia between 2016 may and october. Patients were divided into two groups as non-TAP block (Group 1) and TAP block group (Group 2). Demographic data, visual analogue scale (VAS) values, nonsteroidal anti-inflammatory drug and opioid consumption were examined at postoperative 1, 2, 4, 6, 9, 12 and 24 hours. Also the first analgesic and opioid agent administration times were recorded.
Results: Postoperative 1st and 4th hour VAS values of group 1 patients (n=27) were significantly higher than Group 2 (n=31). Opioids were used in 18 patients (66.6%) in Group 1 and 9 patients (29%) in Group 2. The first opioid administration time was 200.27 minutes in Group 1 and 263.33 minutes in Group 2 (p <0.05). In Group 2, the mean time of first opioid application was 263.33 min and in Group 1 200.27 min.
Conclusions: We found that the TAP block decreased the postoperative VAS values and the opioid consumption after cesarean operation under spinal anesthesia.
Keywords: Postoperative pain, transverse abdominal plain block, cesarean section
ÖZ
Amaç: Çalışmamızda spinal anestezi altında ultrason eşliğinde uygulanan transvers abdominis plain (TAP) bloğun; sezaryen operasyonlarında postoperatif analjezi ve opioid tüketimine etkisini retrospektif olarak incelemeyi amaçladık.
Gereç ve Yöntem: 2016 Mayıs-Ekim ayları arasında elektif şartlarda spinal anestezi altında sezaryen operasyonu olan ve çalışmaya dahil edilen 58 hastanın dosyaları retrospektif olarak incelendi. Hastalar TAP blok uygulananlar (Grup 2) ve uygulanmayanlar (Grup 1) olarak iki gruba ayrıldı. Demografik veriler, postoperatif 1, 2, 4, 6, 9, 12 ve 24. saatte bakılan vizüel analog skala (VAS) değerleri, non steroid anti-inflamatuvar ilaç ve opioid tüketimleri değerlendirildi. Ayrıca ilk analjezik ve opioid ajan yapılma zamanları da kaydedildi.
Bulgular: Grup 1 hastaların (n=27) postoperatif 1. ve 4. saat VAS değerleri Grup 2’ye (n=31) göre anlamlı derecede yüksek bulundu. Grup 1’de 18 hastada (%66,6), grup 2’de 9 hastada (%29) opioid kullanıldı. İlk opioid uygulama zamanı grup 1 de ortalama 200,27 dakika, Grup 2’de ise 263.33 dakika olarak bulundu (p<0,05).
Sonuç: Sezaryen gibi alt abdominal cerrahi operasyonları sonrası ağrı kontrolünde TAP blok uygulanmasının opioid tüketimini azalttığını düşünmekteyiz.
Keywords: Postoperatif ağrı, transvers abdominis plain blok, sezaryen
Research Article
Fatih Karataş
Ortadogu Tıp Derg, Volume 10, Issue 2, pp. 93-97
ABSTRACT
Aim: We wanted to evaluate the dose intensity and the rate of opioid use in patients hospitalized with a diagnosis of cancer at Medical Oncology Department.
Material and Method: June to December 2016, data were retropectively analiysed from 173 patients in 490 advanced cancer patients who were admitted to our clinic and received opioid treatment. Types of opioid use divided as weak (equal to ≤100 mg/day and strong (equal to >100 mg/day morphine), and the opioid dose intensity were examined.
Results: A total of 173 patients, 114 (66.3%) were male and 58 (33.7%) were female, mean age of 59.9±4.12 were found. 141 (81.5%) patients had metastases, 32 (18.5%) patients had no metastases. According to type of cancer, 37 patients were classified (21.4%) lung, 34 (19.7%) of the stomach, 22 patients (12.7%), breast, and 17 (9.8%), leukemia, lymphoma, 16 (9.2%), colon and 16 (9.2%) of the prostate, 11 patients (6.4%), the rectum, and 10 (5.8%), pancreatic cancer, and 10 patients (5.8%) present in other cancers. There were no statistically differences found among opioid side effects according to opioid dosage (p> 0.05).
Conclusion: Regardless of the type of cancer, high doses of opioid are required in at least one of the three opioidutilizing patients. Since high dose opioid use does not bring with it a higher risk of side effects, the opioid should be used in an effective and very high dose of opioid when it is needed for palliation of pain in cancer patients.
Keywords: Cancer pain, opioid therapy, low-dose opioid, high-dose opioid
ÖZ
Amaç: Opioidler ileri evre kanser hastalarında orta ve şiddetli ağrıların tedavisinin temel taşını oluşturmaktadır. Opioidlerin doğru endikasyonları oluşsa bile gerektiği kadar yaygın ve yeterli dozda kullanılmamaktadır. Ülkemizdeki opiod kullanımına ışık tutmak için, opioid kullanan kanser hastalarında tanı, opioid dozu ve yan etki profilini değerlendirmek istedik.
Gereç ve Yöntem: Haziran–Aralık 2016 tarihleri arasında kliniğimize yatan toplam 490 ileri evre kanser hastasının verileri retrospektif olarak incelendi ve bu hastalardan opioidle (fentanil) ağrı palyasyonu sağlanan 173 ileri evre kanser hastası çalışmaya dahil edildi. Opioid dozları zayıf (≤100 mg/gün oral morfin ve eşdeğeri) ve yüksek (>100 mg/gün oral morfin ve eşdeğeri) olarak ikiye ayrıldı ve guruplar arasında demografik veriler ve yan etkiler açısından farklılık olup olmadığı incelendi.
Bulgular: Toplam 173 hastanın, 115’i (%66.5) erkek ve 58’i (%33.5) kadındı ve ortalama yaş 59.9±12 olarak saptandı. Hastaların 141 (%81.5)’i metastatik, 32’si (%18.5) non-metastatik ileri evredeyken, 37 (%21.4) akciğer, 34 (%19.7) mide, 22 (%12.7) meme, 17 (%9.8) lenfoma-lösemi, 16 (%9.2) kolon, 16 (%9.2) prostat, 11 (%6.4) rektum, 10 (%5.8) pankreas ve 10 (%5.8) hastada ise diğer kanserler mevcuttu. Yüksek doz opioid kullanımı sıklığı ve tanılar (pankreas, mide, prostat, kolorektal, meme, akciğer ve lenfoma; sırasıyla %50, %44.1, %37.5, 30.7, %36.4, %32.4, ve %17.6, P = 0.62) ve yan etki profili açısından anlamlı fark yoktu (p>0.05).
Sonuç: Kanser türünden bağımsız olarak, opioid kullanan üç hastanın en az birinde yüksek doz opioid ihtiyacı mevcuttur. Yüksek doz opioid kullanımı beraberinde daha yüksek oranda yan etki riskini de getirmediğinden dolayı, kanser hastalarında ağrı palyasyonu için gerek görüldüğünde opioid dozu etkin ve çok yüksek dozlara kadar artırılarak kullanılmalıdır.
Keywords: Kanser ağrısı, opioid tedavisi, düşük doz opioid, yüksek doz opioid