Research Article
Murat Tad, Sezer Kulaçoğlu
Ortadogu Tıp Derg, Volume 11, Issue 4, pp. 490-496
ABSTRACT
Objective: Understanding proliferative activity and the changes in oncogenes and tumour supressor genes may be important to predict the ductal carsinoma in situ cases that have high probability of progression to invasive breast carcinoma. In this study the correlation between p53, HER2/neu, bcl-2 and PCNA overexpression and progression of ductal carsinoma in situ were evaluated.
Methods: We evaluated 20 ductal carsinoma in situ (group 1) and 20 ductal carsinoma in situ associated with invasive ductal carcinoma cases (group 2). We studied p53, HER2/neu, bcl-2 ve PCNA to cases immunohistochemically.
Results: P53, HER2/neu and PCNA overexpression were higher in group 2 cases. But differences were not significant statistically (p>0,05). Bcl-2 overexpression was seen 36.8% in group 1, 70% in group 2 cases. The difference between two groups was significant statistically (p<0,05). In our study, also one of the important finding was that p53, HER2/neu, bcl-2 and PCNA overexpression were revealed 3 cases in group 2 at the same time but was not seen in any of group 1 cases.
Conclusion: These findings showed that bcl-2 overexpression may be more important in progression of ductal carsinoma in situ to invasive ductal carcinoma, existing different pathways in development of invasive ductal carcinoma and revealing more than one of these changes in the same case may be more important in defining progression risk to invasive ductal carcinoma. These results contribute to define DCIS subtypes that have different biological behaviour.
Keywords: Ductal carcinoma in situ, p53, HER2/neu, bcl-2, PCNA
ÖZ
Amaç: Proliferatif aktivitenin, onkogenlerde ve tümör süpresör genlerdeki değişikliklerin anlaşılması, duktal karsinoma in situnun invaziv meme kanserine gelişme ihtimalinin yüksek olduğu olguları belirlemede önemli olabilir. Bu çalışmada p53, HER2/neu, bcl-2 ve PCNA overekspresyonunun duktal karsinoma in situnun progresyonu ile ilişkisi değerlendirildi.
Gereç ve Yöntem: Biz 20 duktal karsinoma in situ (grup 1) ve 20 invaziv duktal karsinoma birlikteliğinde duktal karsinoma in situ (grup 2) olgusunu değerlendirdik. Olgulara immünhistokimyasal yöntemler kullanılarak p53, HER2/neu, bcl-2 ve PCNA çalışıldı.
Bulgular: Grup 2 olgularında p53, HER2/neu ve PCNA overekspresyonu daha yüksekti. Ancak farklar istatistiksel olarak anlamlı değildi (p>0,05). Grup 1 olgularının %36,8’inde, grup 2 olgularının %70’inde bcl-2 overekspresyonu izlendi. İki grup arasındaki bu fark istatistiksel olarak anlamlıydı (p<0,05). Çalışmamızda önemli bulgulardan biri de, p53, HER2/neu, bcl-2 ve PCNA overekspresyonunun aynı anda grup 2 olgularının 3’ünde izlenirken grup 1 olgularının hiçbirinde gözlenmemesiydi.
Sonuç: Bulgular bize, bcl-2 overekspresyonunun duktal karsinoma in situnun invaziv duktal karsinomaya gelişim ihtimalinin yüksek olduğu olguları belirlemede daha değerli olabileceğini, invaziv duktal karsinoma gelişiminde farklı progresyon yollarının varolduğunu, preinvaziv evrede bu değişikliklerin birden fazlasının aynı olguda tespit edilmesinin invaziv duktal karsinomaya progresyon riskini belirlemede tek başlarına olduğundan daha değerli olabileceğini gösterdi. Bu sonuçlar farklı biyolojik davranışa sahip DKIS alt tiplerinin tanımlanmasına katkı sağlayacaktır.
Keywords: Duktal karsinoma in situ, p53, HER2/neu, bcl-2, PCNA
Research Article
Ayca Ant, Felat Toprak, Arzubetul Duran, Burcu Vural, Caner Kilic, Tuncay Tunccan, Samet Ozlugedik
Ortadogu Tıp Derg, Volume 11, Issue 4, pp. 450-455
ABSTRACT
Aim: Salivary gland tumors (SGTs) are rare neoplasms thus, the local records are valuable to obtain the epidemiological overview. This study aimed to determine the demographic and clinicopathological features of SGTs in our clinic and compare the findings with the studies from Turkey and all over the world.
Material and methods: The data of 185 patients who underwent surgery for SGT in The Department of Otorhinolaryngology-Head and Neck Surgery of a tertiary referral center between 2012 and 2017 were studied retrospectively. The demographic and clinicopathological features of the patients were recorded.
Results: Among all patients with primary and secondary SGTs, the median age was 53 years, 54.6% of the patients were men. Patients with primary tumor constituted 96.8% of all cases. Malignancy rate was 14. Parotid gland was the most common location (90%). Nearly half of all primary tumors were diagnosed as pleomorphic adenoma (n=84, 46.9%). Mucoepidermoid carcinoma was the most common malign neoplasm of the parotid gland. There were only six patients (3.2%) that had secondary SGT.
Conclusion: Pleomorphic adenoma and mucoepidermoid carcinoma were the most common benign and malign pathologies, respectively. The lowest malignancy rate and the highest rate of warthin tumor of the existing literature were the most conspicuous findings of our study. Although the frequency of the secondary SGTs is low, the possibility of metastasis should be considered especially for the patients above 65 years of age.
Keywords: adenoma, pleomorphic, carcinoma, mucoepidermoid, neoplasm, parotid, salivary gland
ÖZ
Amaç: Tükürük bezi tümörleri (TBT’ler) nadir görülen neoplazmlardır, bu nedenle lokal kayıtlar epidemiyolojik bir bakış açısı elde etmek için değerlidir. Bu çalışma, kliniğimizde opere edilen TBT’lerin demografik ve klinikopatolojik özelliklerini belirlemeyi ve bu bulgular ile Türkiye ve tüm dünyadaki çalışmaları karşılaştırmayı amaçlamıştır.
Gereç ve yöntemler: 2012 ve 2017 yılları arasında bir üçüncü basamak sağlık merkezinin Kulak Burun Boğaz ve Baş Boyun Cerrahisi Kliniği’nde TBT nedeniyle opere edilen 185 hastanın verileri geriye dönük olarak incelendi. Hastaların demografik ve klinikopatolojik özellikleri kaydedildi.
Bulgular: Primer ve sekonder TBT’li tüm hastalar arasında median yaş 53, hastaların %54,6’sı erkekti. Primer tümörlü hastalar tüm vakaların %96,8’ini oluşturmaktaydı. Malignite oranı 14 idi. Parotis bezi en sık lokalizasyondu (%90). Tüm primer tümörlerin yaklaşık yarısına pleomorfik adenom tanısı kondu (n = 84, %46,9). Mukoepidermoid karsinom, parotis bezinin en sık görülen malign neoplazmı idi. Sekonder TBT’si olan sadece altı hasta (%3,2) vardı.
Sonuç: Pleomorfik adenom ve mukopidermoid karsinom sırasıyla en sık görülen benign ve malign patolojilerdir. Literatürdeki en düşük malignite oranı ve en yüksek warthin tümörü oranı çalışmamızın en çarpıcı bulgularıdır. İkincil TBT’lerin sıklığının düşük olmasına rağmen, özellikle 65 yaşın üzerindeki hastalarda metastaz olasılığı düşünülmelidir.
Keywords: adenom, pleomorfik, karsinom, mukoepidermoid, neoplazi, parotis, tükürük bezi
Research Article
Funda İncekara, Ebru Sayılır Güven, Şevki Mustafa Demiröz, Merve Şengül İnan, Koray Aydoğdu, Funda Demirağ, Selim Şakir Erkmen Gülhan, Sadi Kaya, Göktürk Fındık
Ortadogu Tıp Derg, Volume 11, Issue 2, pp. 125-130
ABSTRACT
Objectives: Pulmonary giant cell carcinoma (PGCC) is a histological type of nonsmall cell lung cancer and classified as one of the five subtypes of sarcomatoid carcinoma of the lung. Pure PGCC is very rare.
Material and Method: We represent our experience in the management of 7 patients (6 males and 1 female, with a range of 44-63 yr) with PGCC. The most representing symptoms were cough and hemoptysis. Upper lobectomy (n=7) and additionally mediastinal lymphadenectomy were performed in all patients.
Results: Definitive histological examination confirmed the diagnosis of PGCC in all cases. Even though there was no perioperative mortality, postoperative complications developed in a case were hemorrhage in the early perioperative period and bronchus fistula after two months from the operation. The mean survival of the patients was estimated as 28.8 months (38 days - 116 months).
Conclusion: The main treatment for PGCC is the complete surgical resection. Complete surgical resection was found to be usefull as a treatment of choice of PGCC in the early stage and contributed to survival.
Keywords: chemotherapy, giant cell carcinoma, radiotherapy, surgery, World Health Organization
ÖZ
Amaç: Pulmoner dev hücreli karsinom (PDHK) küçük hücreli dışı akciğer kanserinin bir histolojik tipidir ve akciğer sarkomatoid karsinomunun beş subtipinden biri olarak sınıflandırılır. Pür PDHK çok nadirdir.
Gereç ve Yöntem: Kliniğimizde PDHK nedeni ile tedavi gören 7 hastayla ilgili tecrübelerimizi sunduk (6 erkek ve 1 kadın, yaş aralığı 46-63 yıl). En sık görülen semptomlar öksürük ve hemoptizi idi. Üst lobektomi (n=7) ve ek olarak mediastinal lenfadenektomi bütün hastalara uygulandı.
Bulgular: Kesin histolojik inceleme ile tüm hastalarda PDHK tanısı doğrulandı. Herhangi bir perioperatif mortalite görülmemesine rağmen bir olguda ameliyat sonrası komplikasyon gelişti; erken perioperatif dönemde hemoraji ve operasyondan iki ay sonra bronşiyal fistül gelişti. Hastaların ortalama sağkalımı 28,8 ay (38 gün-116 ay) olarak bulundu.
Sonuç: PDHK için asıl tedavi komplet cerrahi rezeksiyondur. Komplet cerrahi rezeksiyonun erken evre PDHK için yararlı bir tedavi tercihi olduğu ve sağkalıma katkı sağladığı bulunmuştur.
Keywords: kemoterapi, dev hücreli karsinom, radyoterapi, cerrahi, Dünya Sağlık Örgütü
Review
Hümeyra Yazar, İnci Rana Karaca
Ortadogu Tıp Derg, Volume 10, Issue 4, pp. 523-529
ABSTRACT
Oral cancer is the sixth most common cancer worldwide. Globally, therefore, ‘oral cancer’ is the twelfth most frequent cause of cancer related deaths amongst males and sixteenth amongst females. Oral cancer is common in middle-aged adults. Incidence increases with age. More than 90% of oral malignancies are oral squamous cell carcinoma. Oral cancer is asymptomatic in general. Early mucosal lesions seem as reddish areas, small mucosal growths or ulcerations. In late stage, tumor infiltrates to contiguous tissues such as muscle, bone or skin and evolves to regional lymph nodes. Metastasis to regional lymph nodes considered as poor prognosis. In this review, we aimed to give information about squamous cell carcinoma and other invasive cancers of oral cavity such as verrucous carcinoma, malign melanoma, primary intraosseous squamous cell carcinoma and their treatments.
Keywords: Oral cancer, squamous cell carcinoma, malignancy, invasive cancers, verrucous carcinom
ÖZ
Ağız kanseri, dünyada en sık görülen 6. kanser olup, tüm dünyada kanserle ilişkili ölümlerde erkekler arasında 20. sırada, kadınlar arasında ise 16. sırada yer almaktadır. Tüm ağız boşluğu kanserlerinin %90'ından fazlası oral skuamöz hücreli karsinomdur. Oral kanser orta yaşlı bireylerde sık görülmektedir. İnsidans yaşla birlikte artmaktadır. Ağız kanseri genellikle asemptomatiktir. İlk belirtileri kızarık alanlar, küçük mukozal büyümeler veya ülserasyonlar şeklinde olmaktadır. İleri evrede tümör kas, kemik veya cilt gibi komşu dokulara infiltre olmakta ve bölgesel lenf nodlarına yayılım göstermektedir. Bölgesel lenf nodu metastazı prognozu kötüleştirmektedir. Bu derlemede, skuamöz hücreli karsinom ile verrüköz karsinom, malign melanom, primer intraosseöz skuamöz hücreli karsinom gibi ağız kavitesinde görülen diğer invaziv kanserler ve tedavileri ile ilgili bilgi vermeyi amaçladık.
Keywords: Ağız kanseri, skuamöz hücreli karsinom, malignansi, invaziv kanserler, verrüköz karsinom
Research Article
Deniz Arık, Evrim Yılmaz, Funda Canaz, Özgür Pınarbaşlı, Melek Kezban Gürbüz, Mustafa Fuat Açıkalın
Ortadogu Tıp Derg, Volume 10, Issue 4, pp. 476-482
ABSTRACT
Aim: Squamous cell carcinoma is the most common malignant epithelial tumor of the larynx. It is mostly seen in males in 6th and 7th decades. In recent years the incidence has increased in women due to increased use of tobacco and alcohol. Squamous cell carcinoma is more common in supraglottic and glottic regions. The World Health Organization has identified different subtypes of squamous cell carcinoma. Some of these variants has better, some has worse prognosis that than conventional squamous cell carcinoma. We present rare variants of squamous cell carcinoma in our study.
Material and Method: All laryngeal biopsies were scanned at the Pathology Department of Eskişehir Osmangazi University during the last 7 years. The cases that were diagnosed as squamous cell carcinoma variants were included in the study. Patients’ histopathological and clinical parameters were recorded.
Results: There were 1148 laryngeal biopsies in the seven years period. Squamous cell carcinoma was detected in 460 cases. Of these, 31 were rare squamous cell carcinoma variants. These include 3 verrucous carcinomas, 6 basaloid, 11 papillary, 4 spindle cell, 6 acantholytic variant squamous cell carcinomas. Only one case was adenosquamous carcinoma. Verrucous carcinomas were located on the vocal cord. The basaloid variant was detected in supraglottic region in all cases. In other variants, the glottic and supraglottic regions were affected at varying rates. Infraglottic tumor was seen in only one of the cases. This case was acantholytic variant squamous cell carcinoma.
Conclusion: Biological behaviors of rare variants of laryngeal squamous cell carcinoma differ. These tumors can be treated effectively with a multidisciplinary approach. Recognition and description of these subtypes are necessary to determine the appropriate treatment.
Keywords: Larynx, squamous cell carcinoma, rare variants
ÖZ
Amaç: Larinksin malign epitelyal tümörleri arasında skuamöz hücreli karsinom en sık görülendir. Dünya Sağlık Örgütü, skuamöz hücreli karsinomun farklı alt tiplerini tanımlamıştır. Bu varyantlardan bazıları konvansiyonel skuamöz hücreli karsinoma göre daha iyi, bazıları ise daha kötü prognozludur. Çalışmamızda skuamöz hücreli karsinomun az görülen varyantları sunulmaktadır.
Gereç ve Yöntem: Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı’nda son 7 yıllık dönemde tüm larinks biyopsileri taranmıştır. Skuamöz hücreli karsinom varyantları şeklinde tanı alan hastalar belirlenmiş, olguların histopatolojik ve klinik özellikleri derlenmiştir.
Bulgular: Yedi yıllık dönemde larinks biyopsisi yapılan 1148 olgu bulunmaktadır. Bu olgulardan 460’ı skuamöz hücreli karsinom tanısı almıştır. Bunlardan 31’i nadir görülen skuamöz hücreli karsinom varyantıdır. Bunlar arasında 3 verrüköz karsinom, 6 bazaloid, 11 papiller, 4 iğsi hücreli, 6 akantolitik varyant skuamöz hücreli karsinom olgusu mevcuttur. Bir olgu ise adenoskuamöz karsinom tanılıdır. Verrüköz karsinom olgularında tümör vokal kord yerleşimlidir. Bazaloid varyant ise olguların tümünde supraglottik bölgede saptanmıştır. Diğer varyantlarda glottik ve supraglottik bölge değişen oranlarda tutulmaktadır. Olguların sadece birinde infraglottik tümör mevcuttur. Bu olgu akantolitik varyant skuamöz hücreli karsinom olarak değerlendirilmiştir.
Sonuç: Larinksin skuamöz hücreli karsinomunun az görülen varyantlarının biyolojik davranışları farklılıklar göstermektedir. Bu tümörler multidisipliner yaklaşım ile efektif şekilde tedavi edilebilir. Alt tiplerin tanınması ve tariflenmesi uygun tedavi yaklaşımının belirlenebilmesi için gereklidir.
Keywords: Larinks, skuamöz hücreli karsinom, nadir varyantlar
Case Report
Mustafa Çalışkan, Selvihan Beysel, Muhammed Kızılgül, Güleser Saylam, Erman Çakal
Ortadogu Tıp Derg, Volume 10, Issue 3, pp. 394-399
ABSTRACT
While mediastinal parathyroid carcinoma is a rare entity by itself, multiglandular coexistence of parathyroid carcinoma and parathyroid adenoma represents an extremely rare condition. Herein, we report such a rare presentation of multiglandular parathyroid neoplasm with an ectopic parathyroid carcinoma in the mediastinum and parathyroid adenoma on neck in a patient with persistent primary hyperparathyroidism (PHP). This 38-year-old female patient who initially presented with nephrolithiasis and osteopenia was subsequently diagnosed as having PHP. Following bilateral surgical neck exploration, existence of a parathyroid adenoma on the right side of neck was revealed. However, due to the persistence of hypercalcemia postoperatively, a single photon emission computed tomographic (SPECT/CT) examination was performed which showed a mass lesion in the anterior mediastinum. A surgical procedure was performed and the lesion, 10x10x3 mm in dimensions, confirmed to be a parathyroid carcinoma by histopathologic examination. At 1-year of follow-up there was no tumor recurrence or hypercalcemia. This is the first patient who had coexistent of ectopic mediastinal parathyroid carcinoma and parathyroid adenoma in the neck with persistent PHP. This case emphasises the difficulties in diagnosing and managing parathyroid disease. Multiple diagnostic studies are crucial for identification of multiple parathyroid glands in patients with persistent PHP.
Keywords: Parathyroid carcinoma, parathyroid adenoma, mediastinum, primary hyperparathyroidism
ÖZ
Mediastinal paratiroid karsinom nadir görülmektedir, ancak mültiglandüler paratiroid karsinom ile birlikte paratiroid adenomun görülmesi çok daha nadirdir. Persistan primer hiperparatiroidisi (PHP) olan bir hastada, mediastende ektopik paratiroid karsinoma ile birlikte boyunda paratiroid adenoma birlikteliği olan nadir multiglandüler paratiroid neoplazi vakasını sunmaktayız. Nefrolitiazis ve osteopenia şikayeti olan 38 yaşında kadın hastaya PHP tanısı kondu. Bilateral boyun eksplorasyonu sonrası, boyunda sağ tarafta paratiroid adenoma saptandı. Postoperatif hiperkalsemi devam etmesi nedeniyle, tek proton emisyonlu tomografi (SPECT/CT) taramasında ön mediastende tutulum gösterildi. Lezyona cerrahi uygulandı, 10x10x3 mm boyutunda paratiroid karsinom histopatolojik olarak doğrulandı. 1-yıllık takip sonunda, tümör rekürensi ve hiperkalsemi görülmedi. Persistan PHP’li hastada ektopik mediastende paratiroid karsinom ve boyunda paratiroid adenom birlikteliği olan ilk vakadır. Bu vaka paratiroid hastalığında tanı ve takipteki zorlukları göstermektedir. Persistan PHPT’li hastalarda multiple paratiroid bezleri gösterebilmek için multiple tanısal metodlar kullanılmalıdır.
Keywords: Paratiroid karsinom, paratiroid adenoma, mediasten, primer hiperparatiroidi
Research Article
İlyas Sayar
Ortadogu Tıp Derg, Volume 9, Issue 2, pp. 73-78
ABSTRACT
Objectives: The results of a small number of studies on the expression of cyclin D1 / p16 / Ki-67 in urothelial carcinomas, either individually or in combination with each other, differ. In this study, the relationship between Cyclin d1 / p16 / Ki-67 markers in pathologic prognostic factors of bladder urothelial carcinoma was investigated.
Materials and methods: A total of 149 bladder urothelial carcinomas were selected from the pathology archive. In all cases, histopathological findings were reviewed and graded according to the WHO / ISUP system. Immunohistochemical staining for Cyclin d1 / p16 / Ki-67 was performed on a selected tissue block for each case.
Results: The rate of cyclin d1 staining was found to be higher in the first pT stage Ta-T1, low grade, recurrence and non-progressive cases. The rate of positivity is significantly higher in cases with high grade p16 staining, recurrence and high mortality. The Ki-67 staining rate is significantly lower than the first pT stage Ta-T1, low grade, high (score 3) incidence in cases without recurrence and progression, first pT stage T2-T4, high grade, recurrence and progression.
Conclusion: Cyclin d1 / p16 / Ki-67 markers in patients with bladder urothelial carcinoma have a statistically significant association with tumor grade and recurrence. Cyclin d1 / p16 / Ki-67 association may play a role in the progression and differentiation of urothelial carcinomas.
Keywords: Urothelial carcinoma, Cyclin D1, Ki- 67
ÖZ
ÖZ
Amaç: Ürotelyal karsinomların Siklin D1/p16/Ki-67 ekspresyonunu araştıran gerek ayrı ayrı ve gerekse ikili kombinasyonu ile yapılan az sayıda çalışmada sonuçlar farklılık göstermektedir. Bu çalışmada, mesane ürotelyal karsinomlarında Siklin D1/p16/Ki-67 belirteçlerinin patolojik prognostik faktörler ile ilişkisi araştırıldı.
Yöntem ve gereç: Toplam 149 mesane ürotelyal karsinomu patoloji arşivinden seçildi. Tüm olgularda histopatolojik bulgular tekrar gözden geçirildi ve WHO/ISUP sistemine göre derecelendirme uygulandı. Her olgu için seçilen bir doku bloğuna Siklin D1/p16/Ki-67 için immünhistokimyasal boyama işlemi gerçekleştirildi.
Bulgular: Siklin D1 boyanma oranı ilk pT evresi Ta-T1, düşük grade, rekürrens ve progresyon görülmeyen olgularda daha yüksek bulunmuştur. p16 boyanma oranı; yüksek grade, rekürrens görülen ve mortalite yüksek görülen olgularda anlamlı düzeyde yüksektir. Ki-67 boyanma oranı ise ilk pT evresi Ta-T1, düşük grade, rekürrens ve progresyon görülmeyen olgularda high (skor 3) görülme oranı, ilk pT evresi T2-T4, yüksek grade, rekürrens ve progresyon görülen olgulara göre anlamlı düzeyde düşüktür.
Sonuç: Mesane ürotelyal karsinomlu hastalarda Siklin D1/p16/Ki-67 belirteçlerinin tümörün yüksek gradeliği ve rekürrensiyle istatistiksel olarak anlamlı bir birliktelik vardır. Siklin D1/p16/Ki-67 birlikteliği ürotelyal karsinomların progresyonunda ve diferansiyasyonunda rol oynayabilir.
Keywords: Ürotelyal Karsinom, Siklin D1, Ki-67
Case Report
Aşkın Güngüneş, Şenay Arıkan Durmaz, Dilek Oğuz, Selim Yalçın, Nesrin Turhan, Aydın Çifci
Ortadogu Tıp Derg, Volume 9, Issue 2, pp. 98-102
ABSTRACT
Acromegaly is a rare endocrine disease. Acromegalyis associated with an increased prevalence of colorectal cancer and pre-malignant tubularadenomas, and also may be associated with other organ malignancies such as breast and thyroid. In this article, were reported rare case in th elight of coexistence of acromegaly and incidental pancreatic adenocarcinoma.
A52-year-old man who was diagnosed with acromegaly about two years ago.After diagnosis, transsphenoidal surgery was performed. After surgery serum growth hormone (GH) and insulin-like growth factor 1 (IGF-1) levels was not return to normal, therefore somatostatin analog treatment was started. After this treatment, serum IGF-1 concentration was normal for age and gender. He was admitted to out-patient clinic with abdominal pain3 month ago. 44x26 mm mass lesion in the tail of the pancreas and multiple metastatic lesions in the liver were detected on abdomen computed tomography (CT). Erosive gastritis and polyps in the colon were observed on upper gastrointestinal endoscopy and colonoscopy, respectively. Endoscopic ultrasound-guided fineneedle aspiration biopsy was performed to the mass lesions in the tail of the pancreas. Pathological examination was consistent with ductal adenocarcinoma arising from the pancreas.
The patients with acromegaly have an increased risk of benign and malignant neoplasms, these situation may be related with increased circulating levels of IGF-1. IGF-1 have proliferative and anti-apoptotic activity. The coexistence of acromegaly and metastatic pancreatic tumor was present in the literature but it is quite rare. It is necessary to consider that pancreatic adenocarcinoma and other malignant diseases may present in acromegaly patients.
Keywords: Acromegaly, ductal pancreatic adenocarcinoma, GH, IGF-1
ÖZ
Akromegali nadir bir endokrin hastalıktır. Akromegali, premalign tübüler adenom ve kolorektal kanser sıklığında artış ile ilişkili olup meme ve tiroid gibi diğer organ maligniteleriyle de ilişkili olabilir. Bu yazıda, tarafımızca akromegali ve pankreas adenokarsinom insidental birlikteliği ışığında nadir görülen bir vakanın bildirimi yapıldı.
Elli iki yaşında erkek hasta, yaklaşık 2 yıl önce akromegali tanısı aldı. Tanı sonrası transsfenoidal cerrahi uygulandı. Cerrahi sonrası büyüme hormonu (GH) ve insülin benzeri büyüme faktörü (IGF-1) düzeyleri normale dönmeyen hastaya bu nedenle somatostatin analog tedavisi başlandı. Bu tedaviyi takiben IGF-1 değeri yaş ve cinsiyete göre normale döndü. Aynı hasta 3 ay önce karın ağrısı şikayeti ile polikliniğimize başvurdu. Abdomen bilgisayarlı tomografide (BT) pankreas kuyruk kesiminde 44x26 mm boyutlarında kitle lezyonu ve karaciğerde çok sayıda metastatik lezyon saptandı. Üst gastrointestinal sistem endoskopisi ve kolonoskopide sırasıyla eroziv gastrit ve kolonda polipler gözlendi. Pankreas kuyruğundaki kitle lezyonundan endoskopik ultrasonografi eşliğinde ince iğne aspirasyon biyopsisi yapıldı. Patolojik inceleme pankreas kaynaklı duktal adenokarsinom ile uyumlu idi.
Akromegalisi olan hastalarda benign ve malign neoplazm riskinde artış olup bu durum dolaşımdaki artmış IGF-1 düzeyleri ile ilişkili olabilir. IGF-1, proliferatif ve anti-apoptotik etkinliğe sahiptir. Akromegali ve metastatik pankreatik tümör birlikteliği literatürde yer almakla birlikte oldukça nadirdir. Akromegali hastalarında pankreas adenokarsinomu ve diğer malign hastalıkların olabileceğini dikkate almak gerekir.
Keywords: Akromegali, duktal pankreas adenokarsinomu, GH ve IGF-1