Review
Özgün Yıldırım, Mustafa Öztürk
Ortadogu Tıp Derg, Volume 11, Issue 4, pp. 596-601
ABSTRACT
Piezoelectric surgery is a relatively new technique that provides safe and effective osteotomies using piezoelectric ultrasonic vibrations, and every day new devices with new features are produced and marketed. Piezosurgery instruments have superior properties compared to conventional rotary surgical instruments. Because of its micrometric and selective cutting, the piezoelectric surgery device provides a safe and sensitive osteotomy without causing necrotic damage to the bone. Compared to conventional rotary instruments, the most important feature is that it works only on mineralized tissues while maintaining soft tissue and blood support. It does not damage the tissues in contact with soft tissues such as the bone and mucous membranes in and around the operation area. In this study, properties, usage areas, advantages and disadvantages of piezoelectric surgical instruments which are frequently preferred in Oral, Dental and Maxillofacial Surgery applications as in many fields of orthopedics and brain surgery of medicine are explained.
Keywords: dentistry, oral and maxillofacial surgery, piezoelectric surgery
ÖZ
Piezoelektrik cerrahi, piezoelektrik ultrasonik titreşimler kullanarak güvenli ve etkili osteotomiler yapılmasını sağlayan nispeten yeni bir tekniktir, her geçen gün yeni özelliklere sahip cihazlar üretilip piyasaya sürülmektedir. Piezocerrahi aletleri, konvansiyonel döner cerrahi aletlerine göre üstün özelliklere sahiptir. Mikrometrik ve seçici kesim yapabilmesinden dolayı piezoelektrik cerrahi cihazı, kemik üzerinde nekrotik hasarlar vermeden güvenli ve hassas bir osteotomi sağlar. Geleneksel döner aletlere kıyasla en önemli özelliği, yumuşak doku ve kan desteğini koruyarak sadece mineralize dokular üzerinde çalışmasıdır. Operasyon alanında ve çevresindeki kemik harici sinir ve mukoza gibi yumuşak dokularla teması halinde bu dokulara zarar vermemektedir. Bu çalışmada tıbbın ortopedi ve beyin cerrahisi gibi birçok alanında olduğu gibi Ağız, Diş ve Çene Cerrahisi uygulamalarında da sıklıkla tercih edilen piezoelektrik cerrahi aletlerinin özellikleri, kullanım alanları, avantaj ve dezavantajları anlatılmıştır.
Keywords: ağız diş ve çene cerrahisi, diş hekimliği, piezoelektrik cerrahi
Research Article
Yeliz Kılınç, Deniz Yaman, Aslı Ayaz, Sara Samur Ergüven, Nur Mollaoğlu
Ortadogu Tıp Derg, Volume 11, Issue 3, pp. 271-276
ABSTRACT
Aim: Undergraduate dental education has been an important issue on oral surgery and there have been many tools to improve the skills of dental students. The aim of this study was to assess two different teaching methods on oral surgery for undergraduate dental education.
Material and Methods: A total of 84 third-year dental students without any declared previous experience on surgery were divided into two groups. Group 1 was given a lecture and slide presentation regarding the extraction of teeth 17 and 37. Group 2 received a demonstration of tooth extraction performed on the plastic skull model in addition to lecture and slide presentation. Baseline knowledge was measured using a questionnaire that consisted of 14-item check list. Data analysis was carried out using the SPSS (version 15) statistical software package. One-Sample Kolmogorov-Smirnov test and Kruskal Wallis test were performed for the statistical assessment.
Results: Group 2 presented statistically significant better learning scores. Demonstration was determined to be related with higher scores.
Conclusions: The present study reveals that demonstration is more beneficial in teaching basic surgical skills for tooth extraction. Thus, teaching methods are suggested to be performed with demonstration in the preclinical educational programs.
Keywords: dental education, dental students, oral surgery, teaching
ÖZ
Amaç: Diş hekimliği eğitiminde oral cerrahinin yeri önemlidir ve diş hekimliği öğrencilerinin becerilerini geliştirmek için pek çok yöntem mevcuttur. Bu çalışmanın amacı diş hekimliği eğitiminde oral cerrahide iki farklı öğretim yönteminin değerlendirilmesidir.
Gereç ve Yöntemler: Daha önce oral cerrahi deneyimi olmayan toplam 84 üçüncü sınıf öğrencisi iki gruba ayrıldı. Grup 1’e 17 ve 37 nolu dişlerin çekimi ile ilgili bir ders ve slayt sunumu yapıldı. Grup 2’ye ders ve slayt sunumuna ek olarak kafatası modeli üzerinde diş çekimi demonstrasyonu yapıldı. Temel bilgi kazanımı 14 maddelik kontrol listesinden oluşan bir anket kullanılarak ölçüldü. Veri analizi SPSS (Sürüm 15) istatistik yazılım paketi kullanılarak gerçekleştirildi. İstatistiksel değerlendirme için Kolmogorov Smirnov tek örnek testi ve Kruskal Wallis testi kullanıldı.
Bulgular: Grup 2’de istatistiksel olarak daha anlamlı öğrenme skorları gözlendi. Demonstrasyonun daha yüksek öğrenme skorları ile ilişkili olduğu belirlendi.
Sonuçlar: Bu çalışma diş çekimi için temel cerrahi becerilerin öğretilmesinde model üzerinde yapılan demonstrasyonun daha yararlı olduğunu ortaya koymaktadır. Bu nedenle, öğretim yöntemlerinin klinik öncesi eğitim programlarında demonstrasyon ile gerçekleştirilmesi önerilmektedir.
Keywords: diş hekimliği eğitimi, diş hekimliği öğrencileri, oral cerrahi, öğretme
Case Report
Hatice Kaplanoğlu, Osman Beton
Ortadogu Tıp Derg, Volume 11, Issue 2, pp. 207-210
ABSTRACT
Extracranial carotid artery aneurysms are quite rare. They account for 0.4% to 4% of all peripheral arterial aneurysms. Precise treatment is essential in order to avoid neurological complications of aneurysms. A 67-year-old male patient was admitted to the cardiology outpatient clinic of our hospital three months ago, with complaints of chest pain during exertion. The effort test of the case revealed a positive result, and coronary angiography revealed stenosis in the coronary arteries. The carotis doppler ultrasonography revealed plaque in the left internal carotid artery, causing 80% narrowing in the lumen. Four vessels were determine to be bypassed, and a left carotid endarterectomy was applied in the same session. Swelling and cyanosis were present in the patient’s neck two days after the operation. The control doppler ultrasonography revealed the development of an aneurysm in the left internal carotid artery. The patient was operated on again one week after the first operation, and end-to-end anastomosis was applied with a saphenous vein interposition graft. The decision was made for follow-ups with doppler ultrasonography controls in six-month intervals.
Keywords: carotid arteries, carotid aneurysm, surgery, endovascular techniques
ÖZ
Ekstrakranial karotid arter anevrizmaları oldukça nadirdir. Tüm periferal arter anevrizmalarının %0.4-4’ünü oluşturmaktadır. Anevrizmaların nörolojik komplikasyonlarından kaçınmak için kesin tedavi gerekmektedir. Altmış yedi yaşında erkek hasta, üç ay önce efor sırasında ortaya çıkan göğüs ağrısı şikayeti ile hastanemiz kardiyoloji polikliniğine başvuruyor. Olguya yapılan efor testinin pozitif çıktı ve koroner anjiyografide koroner arterlerde darlık saptandı. Karotis Doppler ultrasonografide, sol internal karotid arterde %80 darlığa neden olan plak vardı. Dört damar bypass kararı alındı ve aynı senasta sol karotid endarterektomi yapıldı. Operasyonu takiben iki gün sonra hastanın boynunda şişlik ve morarma görüldü. Yapılan kontrol Doppler ultrasonografide sol internal karotid arterde anevrizma geliştiği izlendi. İlk operasyonu takiben bir hafta sonra tekrar opere edildi ve safen ven greft interpozisyonu ile uç uca anastamoz yapıldı. Altı aylık Doppler ultrasonografi kontrolleri ile takibi alındı.
Keywords: karotid arterler, karotis anevrizması, cerrahi, endovasküler teknikler
Research Article
Funda İncekara, Ebru Sayılır Güven, Şevki Mustafa Demiröz, Merve Şengül İnan, Koray Aydoğdu, Funda Demirağ, Selim Şakir Erkmen Gülhan, Sadi Kaya, Göktürk Fındık
Ortadogu Tıp Derg, Volume 11, Issue 2, pp. 125-130
ABSTRACT
Objectives: Pulmonary giant cell carcinoma (PGCC) is a histological type of nonsmall cell lung cancer and classified as one of the five subtypes of sarcomatoid carcinoma of the lung. Pure PGCC is very rare.
Material and Method: We represent our experience in the management of 7 patients (6 males and 1 female, with a range of 44-63 yr) with PGCC. The most representing symptoms were cough and hemoptysis. Upper lobectomy (n=7) and additionally mediastinal lymphadenectomy were performed in all patients.
Results: Definitive histological examination confirmed the diagnosis of PGCC in all cases. Even though there was no perioperative mortality, postoperative complications developed in a case were hemorrhage in the early perioperative period and bronchus fistula after two months from the operation. The mean survival of the patients was estimated as 28.8 months (38 days - 116 months).
Conclusion: The main treatment for PGCC is the complete surgical resection. Complete surgical resection was found to be usefull as a treatment of choice of PGCC in the early stage and contributed to survival.
Keywords: chemotherapy, giant cell carcinoma, radiotherapy, surgery, World Health Organization
ÖZ
Amaç: Pulmoner dev hücreli karsinom (PDHK) küçük hücreli dışı akciğer kanserinin bir histolojik tipidir ve akciğer sarkomatoid karsinomunun beş subtipinden biri olarak sınıflandırılır. Pür PDHK çok nadirdir.
Gereç ve Yöntem: Kliniğimizde PDHK nedeni ile tedavi gören 7 hastayla ilgili tecrübelerimizi sunduk (6 erkek ve 1 kadın, yaş aralığı 46-63 yıl). En sık görülen semptomlar öksürük ve hemoptizi idi. Üst lobektomi (n=7) ve ek olarak mediastinal lenfadenektomi bütün hastalara uygulandı.
Bulgular: Kesin histolojik inceleme ile tüm hastalarda PDHK tanısı doğrulandı. Herhangi bir perioperatif mortalite görülmemesine rağmen bir olguda ameliyat sonrası komplikasyon gelişti; erken perioperatif dönemde hemoraji ve operasyondan iki ay sonra bronşiyal fistül gelişti. Hastaların ortalama sağkalımı 28,8 ay (38 gün-116 ay) olarak bulundu.
Sonuç: PDHK için asıl tedavi komplet cerrahi rezeksiyondur. Komplet cerrahi rezeksiyonun erken evre PDHK için yararlı bir tedavi tercihi olduğu ve sağkalıma katkı sağladığı bulunmuştur.
Keywords: kemoterapi, dev hücreli karsinom, radyoterapi, cerrahi, Dünya Sağlık Örgütü
Research Article
Hüseyin Yıldıran, Tuba Şahinoğlu
Ortadogu Tıp Derg, Volume 11, Issue 1, pp. 1-5
ABSTRACT
Aim: There is air in the pleural space without an external effect in the case of spontaneous pneumothorax, and it is important in terms of treatment, clinic, and underlying diseases in thoracic surgery. In this study, it was aimed to present the approach to the patients with spontaneous pneumothorax in the period of compulsory public service.
Material and Methods: The patients who were treated with spontaneous pneumothorax between June 2017 and January 2018 in our clinic were included in this study. Gender, age, smoking status, type of treatment and length of hospital stay were recorded.
Result: 18 patients (2 female, 16 male) were included in the study. Eleven of the patients (61.1%) were smoking. Surgical treatment was applied to 7 (38.8%) of the patients. As a surgical approach, videothoracoscopic wedge resection and partial pleural decortication in 5 patients, videothoracoscopic bulla ligation and partial pleural decortication in 1 patient and thoracotomy bulla ligation in 1 patient were applied. Ten patients were treated with tube thoracostomy and one patient was treated with nasal oxygen. Complications did not occur in the patients.
Conlusion: Spontaneous pneumothorax is a disease requiring urgent diagnosis and treatment. The purpose of the treatment is to provide the lung totally expanded and to prevent recurrence of pneumothorax. Tube thoracostomy is usually the first approach, but we recommend that the videothoracoscopic surgery can be used in the conditions of the public hospital because of its advantages for the patients who have surgical indications.
Keywords: surgical approach, spontaneuos pneumothorax, videothoracoscopy
ÖZ
Amaç: Spontan pnömotoraks dışarıdan bir etki olmadan plevral aralığa hava geçişidir ve göğüs cerrahi acilleri içinde tedavisi, kliniği ve altta yatan hastalıklar açısından önemlidir. Bu çalışmada devlet hizmet yükümlülüğü süresinde, spontan pnömotoraks tanılı hastalara devlet hastanesi şartlarında yaklaşımın sunulması amaçlandı.
Gereç ve Yöntemler: Çalışmaya, kliniğimizde Haziran 2017 ve Ocak 2018 tarihleri arasında spontan pnömotoraks tanısıyla tedavi edilen hastalar dahil edildi. Hastaların cinsiyet, yaş, sigara kullanım durumu, tedavi şekli ve hastanede yatış süreleri kaydedildi.
Bulgular: Çalışmaya 18 (2’si kadın, 16’sı erkek) hasta dahil edildi. Hastaların 11’i (%61,1) sigara kullanıyordu. Hastaların 7’sine (%38,8) cerrahi tedavi uygulandı. Cerrahi yaklaşım olarak, 5 hastada videotorakoskopik wedge rezeksiyon ve parsiyel plevral dekortikasyon, 1 hastada videotorakoskopik bül ligasyonu ve parsiyel plevral dekortikasyon ve 1 hastada torakotomi bül ligasyonu uygulandı. On hasta tüp torakostomi ile, 1 hasta ise nazal oksijen ile tedavi edildi. Hastalarda komplikasyon görülmedi.
Sonuç: Spontan pnömotoraks, acil tanı ve tedavi gerektiren bir durumdur. Tedavisinde amaç akciğerin tam ekspansiyonunu sağlamak ve tekrarlamasının önlenmesidir. Tüp torakostomi çoğunlukla ilk yaklaşımdır, ancak ameliyat endikasyonu sağlayan hastalarda avantajları nedeniyle videotorakoskopik cerrahinin devlet hastanesi şartlarında da uygulanmasını öneriyoruz.
Keywords: Cerrahi yaklaşım, spontan pnömotoraks, videotorakoskopi
Research Article
Ünsal Savcı, Taner Alıç, Ayşe Semra Güreser, Ayşegül Taylan Özkan
Ortadogu Tıp Derg, Volume 10, Issue 4, pp. 492-497
ABSTRACT
Aim: Wound infections are one of the important complications of orthopedic surgery. In this study it was aimed to determine the causative microorganisms, isolation regions and antimicrobial resistance states in the postoperative surgical wound infections.
Material and Method: Between 01.09.2015 - 30.09.2017, postoperative surgical wound infections of patients who applied to our orhopedia and traumatology clinic were retrospectively evaluated and 57 microorganisms were isolated. For identification of species of isolated microorganisms, conventional methods and VITEK 2 Compact® (Biomerieux, France) automated bacterial identification system were used. For antibiotic susceptibility testing VITEK2 Compact® (Biomerieux, France) automated susceptibility system were used.
Results: A total of 57 microorganisms isolated, 32 (56%) were gram negative and 25 (44%) gram positive bacteria. The most frequently isolated bacteria were S. aureus 22 (38.5%) and others in order E. coli 15 (26.3%), E. cloacea 7 (12.3%), A. baumanii 3 (5.3%), P. aeroginosa 3(5.3%) E. aerogenes 1 (1.8%), E. faecalis 1 (1.8%) , E. americana 1 (1.8%) K. pneumonia 2 (3.5%), S. haemolyticus 2 (1.8%) species. With 23 isolates the hip was the orthopedic region in which the most microorganism was isolated. Antibiotic resistance rates of S. aureus isolates are very low compared to S. heamolyticus isolates. A. baumanii isolates were the most resistant in gram negatives.
Conclusion: Cleaning and a sepsis of the hands and incision area are very important in preventing postoperative infections. For successful treatment of these infections, infectious agents and their in vitro antibiotic susceptibility should be known. Thus, with the use of rational antibiotics the success of treatment will increase the spread of resistant hospital infections will be prevented and the costs of treatment will be reduced.
Keywords: Wound infections, surgical wound infections, antibiotic resistance
ÖZ
Amaç: Yara enfeksiyonları postoperatif süreçte ortopedik cerrahinin önemli bir komplikasyonudur. Çalışmamızda postoperatif ortopedik cerrahi yara enfeksiyonlarından izole edilen etken mikroorganizmaların belirlemesi, izole edildikleri bölgelerin ve antimikrobiyal direnç durumlarının değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntem: 01.09.2015 ve 30.09.2017 tarihleri arasında hastanemiz ortopedi ve travmatoloji kliniğine başvuran hastaların postoperatif ortopedik cerrahi yara enfeksiyonlarından izole edilen 57 mikroorganizma retrospektif olarak değerlendirildi. İzole edilen mikroorganizmaların tür identifikasyonu için konvansiyonel metotlar ve VITEK 2 Compact® (Biomerieux, France) otomatize bakteri tanımlama sistemi, antibiyotik duyarlılık testleri için VITEK 2 Compact® (Biomerieux, France) otomatize duyarlılık sistemi kullanıldı.
Bulgular: İzole edilen toplam 57 mikroorganizmanın 32’si (%56) gram negatif, 25’i (%44) gram pozitif bakterilerden oluşuyordu. En sık izole edilen bakteri Staphylococcus aureus 22 (%38,5) ve diğerleri sırasıyla Escherichia coli 15 (%26,3), Enterobacter cloacae 7 (%12,3), Acinetobacter baumannii 3 (%5,3), Pseudomonas aeruginosa 3 (%5,3), Klebsiella pneumonia 2 (%3,5), Staphylococcus haemolyticus 2 (%3,5), Enterobacter aerogenes 1 (%1,8), Enterococcus faecalis 1 (%1,8), Ewingella americana 1 (%1,8) idi. Kalça 23 izolat ile en fazla mikroorganizmanın izole edildiği ortopedik bölge oldu. S. aureus izolatlarının antibiyotik direnç oranları S. haemolyticus izolatlarına göre oldukça düşüktü. Gram negatif bakteriler içerisinde en dirençli olanlar A. baumannii izolatlarıydı.
Sonuç: Postoperatif enfeksiyonların önlenmesinde insizyon bölgesinin ve ellerin temizliği ve asepsisi oldukça önemlidir. Bu enfeksiyonların başarılı bir şekilde tedavi edilebilmesi için enfeksiyona neden olan ajanların ve invitro antibiyotik duyarlılıklarının bilinmesi faydalı olacaktır. Böylece akılcı antibiyotik kullanımı ile tedavi başarı şansının artacağı, dirençli hastane enfeksiyonlarının yayılmasının engelleneceği, ayrıca tedavi maliyetlerinin de azalacağı söylenebilir.
Keywords: Yara enfeksiyonları, cerrahi yara enfeksiyonları, antibiyotik direnci
Research Article
Serden Ay
Ortadogu Tıp Derg, Volume 10, Issue 4, pp. 423-426
ABSTRACT
Aim: By the dissemination of laparoscopic colorectal surgery there are many studies comparing the laparoscopic and open surgery. One of the parameters that are compared is the dissected lymph node number. The guidelines offer that there should be a minimum number of 12 lymph nodes for the staging of colorectal cancer. It is reported that only 48% of the resections achieve this number. In this study aims to compare the number of lymph nodes resected in laparoscopic and open colorectal cancer surgery.
Material and Method: The files of the patients who had colorectal surgery in our clinic in between January 2011 and January 2013 were retrospectively evaluated. The patients were divided into two groups as laparoscopic and open surgery groups. Patients’ age, gender, preoperative diagnosis, tumor stage, surgical method, resected lymph node number and positivity of lymphatic metastasis were recorded. The groups were compared according to lymph node features.
Results: There were 55 patients with colorectal surgery [17(31%) laparoscopic and 38(69%) open surgery]. The mean age of the patients was 63.9±12.9, the groups were similar in terms of age, gender and the tumor stage. The mean dissected lymph node number was 17.2±4.8 for laparoscopy group and 18.7±5.2 for open surgery group. This difference was not statistically significant (p>0.05). There is no difference in between the groups in terms of metastatic lymph node numbers.
Conclusion: Laparoscopic surgery is as effective as open surgery in term of harvested lymph nodes. For the reliable tumor staging the surgeon and the pathologist should work together.
Keywords: Laparoscopic surgery, lymph node, colorectal surgery
ÖZ
Amaç: Laparoskopik kolorektal cerrahinin artmasıyla birlikte laparoskopik ve açık cerrahiyi karşılaştıran bir çok
çalışma yapılmaya başlanmıştır. Karşılaştırma parametrelerinden bir taneside yeterli sayıda lenf nodunun çıkartılıp
çıkartılmadığıdır. Yerinde bir kolorektal kanser evrelemesi için kılavuzların tavsiyesi 12’den aşağı lenf nodu çıkartılmaması
gerektiği yönündedir. Literatürde kolorektal rezeksiyonların yalnızca %48’inde bu sayıya ulaşıldığı
bildirilmiştir. Biz çalışmamızda laparoskopik kolorektal cerrahi ile açık cerrahinin lenf nodu diseksiyonu sayısı ve
özellikleri üzerine etkisini değerlendirmeyi amaçladık.
Gereç ve Yöntem: Hastanemiz genel cerrahi kliniğinde Ocak 2011-Ocak 2013 tarihleri arasında kolorektal kanser
cerrahisi uygulanan hastalara ait dosyalar retrospektif olarak tarandı. Hastalar açık cerrahi ve laparoskopik cerrahi
uygulananlar olarak iki gruba ayrıldı. Hastaların yaş, cins, ameliyat öncesi tanıları, tümör evreleri, yapılan ameliyatın
şekli, çıkarılan lenf nodu sayısı ve lenf nodlarında metastazın olup olmadığı kaydedildi. Gruplar lenf nodu
özellikleri açısından karşılaştırıldı.
Bulgular: Toplamda 55 hastaya kolorektal kanser cerrahisi uygulanmıştı. Bunların 17 (%31)’sine laparoskopik,
38 (%69)’ ine açık kolon cerrahisi uygulanmıştı. Hastaların yaş ortalaması 63,9±12,9 idi. Gruplar yaş, cinsiyet ve
tümör evresi yönünden benzerdi. Laparoskopik cerrahide çıkartılan lenf nodu sayısı ortalama 17,2±4,8 iken açık
cerrahide bu oran 18,7±5,2 idi. Bu fark istatistiksel olarak benzerdi (p>0,05). Metastatik lenf nodları değerlendirildiğinde
ise iki grup arasında fark yoktu.
Sonuç: Çıkartılan lenf nodları bakımından laparoskopik cerrahi açık cerrahi kadar etkindir. Yerinde cerrahi evreleme
yapılabilmesi için cerrah ve patologun beraber çalışması gerekmektedir.
Keywords: Laparoskopik cerrahi, lenf nodu, kolorektal cerrahi
Research Article
Taylan Gün
Ortadogu Tıp Derg, Volume 10, Issue 2, pp. 115-118
ABSTRACT
Aim: Preoperative coagulation screening tests are routinely performed in our country. Screening tests include PT, prothrombin Time; PTT, partial thromboplastin time; and INR, international normalized ratio. We investigated the predictive value of these tests for intraoperative and postoperative bleeding.
Material and Method: We reviewed the records of 250 elective tonsillectomy, adenoidectomy and septoplasty operations performed at the Ankara Medical Park Hospital between the years of 2015and 2017. We also reviewed the patients who experienced intraoperative or/and postoperative bleeding. Those who have bleeding disorders are excluded from the study.
Results: 32 (12.8%) patients had preoperative prolonged PT values but only two (6.2%) of these patients had intraoperative bleeding. 45 (18%) patients who had prolonged preoperative INR values, only five (11%) experienced bleeding intraoperatively. Two (4.4%) patients with prolonged INR values experienced light bleeding during the 45 days subsequent to surgery. 15 (6%) patients had prolonged preoperative PTT values, only one (6.6%)bexperienced light bleeding during surgery.
Conclusion: This study shows that preoperative coagulation screening tests have low predictive values for intraoperative and postoperative bleeding and should only be performed if there is suspected medical history for coagulation disorders.
Keywords: Surgery, coagulation tests, bleeding
ÖZ
Amaç: Ülkemizde hemen tüm merkezlerde preoperatif koagülasyon testleri rutin olarak yapılmaktadır. Bu testler içerisinde, protrombin zamanı (PTZ), parsiyel protrombin zamanı (aPTT), ve uluslararası normalize değer (INR) yer almaktadır. Bu retrospektif çalışmada biz bu laboratuar testlerinin uzamış değerlerinin intraoperatif ve postoperatif kanama ile korelasyonunu araştırdık.
Gereç ve Yöntem: Çalışma grubuna, 2015 ve 2017 yılları arasında, Ankara Medical Park Hastanesi KBB Kliniğinde tonsillektomi, adenoidektomi ve septoplasti operasyonları yapılmış olan 250 hasta dahil edildi. Operasyon sırasında ve operasyonu takip eden 45 gün içerisinde kanaması olan hastalar ayrıca değerlendirildi. Operasyon öncesi ilaç kullanımı ve kronik hastalığı olan hastalar çalışmaya dahil edilmedi.
Bulgular: Çalışmaya alınan hastalardan preoperatif PTZ değeri uzamış olan 32 hastadan (%12,8) sadece 2’ sinde (%6,2) hafif intraoperatif kanama izlendi. aPTT değeri uzamış bulunan 15 hastadan (%6) yalnızca 1’inde (%6,6) hafif intraoperatif kanama izlendi. Bu hastalardan hiçbirinde 45 gün içerisinde postoperatif kanama olmadı. INR değeri yüksek olan 45 hastadan (%18), 5 hastada (%11) intraoperatif hafif kanama izlenirken, 2 hastada (%4,4) postoperatif 45 gün içerisinde kanama izlendi.
Sonuç: Bu bulgulara dayanarak, preoperatif koagülasyon testlerinin, kanama eğilimi olan hastaları tespitte düşük duyarlılıkta olduğu ve şüphe uyandıran bir öykü yoksa yapılmasının gereksiz olduğu sonucuna varılmıştır.
Keywords: Cerrahi, koagülasyon testleri, kanama
Review
İnci Rana Karaca, Mert Gündoğdu
Ortadogu Tıp Derg, Volume 10, Issue 3, pp. 374-380
ABSTRACT
Magnifying systems in dentistry, range from compound loupes to prism telescopic loupes and vast variety of surgical microscopes. Compound loupes have an array of convergent multiple lenses. Galilean loupes are lightweight, cheap and are simple to operate while compared to other compound loupes. Their only disadvantages are limited magnification and a blurry peripheral border of the visual field. Prismatic loupes provide better magnification, wider depths of field. This also ensures the users to have long working distances and if compared with other loops they have larger fields of view. The ranges of magnification of these loupes are around 1.5x to 6x. The surgical microscopes provide much greater magnification, higher optical performance when matched with normal dental loupes. The advantages of surgical microscopes are that the focusing or the changes in magnification can be done real time. Objective lens and illumination is in par with the viewer’s line of vision, consequently, the surgical spot will be lightened and the surgeon avails a shadow-free clear vision. The powerful magnifications that are more than 16x, in some instances as high as 32x or 40x, are commonly used for diagnostic purposes. Intra-surgical examinations and some type of “difficult-to-detect” findings are located using such microscopes
Keywords: Magnification devices, dental microscope, dental loupes, microsurgery, prismatic loupes
ÖZ
Diş hekimliğinde kullanılan büyütme sistemleri, bileşik büyüteçler, Galilean büyüteçler, prizmatik büyüteçler, ve cerrahi operasyon mikroskoplarına varan çeşitlilikler göstermektedir. Bileşik büyüteçlerde yakınsak (konverjan) mercekler belirli bir düzene göre yerleştirilir. Galilean tipi büyüteçler, bileşik büyüteçlere göre daha ucuz, kullanımı kolay ve hafiftir. Büyütme oranın limitli olması ve görüş alanının çevresel kısmının bulanık olması bu büyüteçlerin dezavantajıdır. Prizmatik büyüteçlerde ise büyütme oranı ve alan derinliği artmıştır ve daha uzun çalışma mesafesi sağlayarak görüş alanını arttırmaktadır. Büyütme aralığı x1.5 ile x6 arasında değişmektedir. Cerrahi mikroskoplar, dental büyüteçler ile karşılaştırıldığında daha üstün büyütme gücü ve optik performans sunar. Cerrahi mikroskopların önemli avantajları ise odaklamanın veya büyütmedeki değişikliklerin işlem sırasında yapılabiliyor olması, ışığın verildiği ve görüntünün alındığı kaynak aynı olduğu için gölge oluşmamasıdır. Daha net ve büyütülmüş bir görüntü, eksizyonel işlemlerde, sinir cerrahisinde, yumuşak doku greftlemesi gibi işlemlerde fayda sağlamaktadır. x16’dan daha büyük, x32 veya x40 büyütmeye sahip mikroskoplar genellikle tanı amacıyla kullanılmaktadır. Cerrahi sırasındaki tespit edilmesi zor olan bulgular bu tip mikroskoplar ile teşhis edilebilmektedir.
Keywords: Büyütme sistemleri, dental mikroskop, dental büyüteç, mikrocerrahi, prizmatik büyüteçler
Research Article
Murat Koç
Ortadogu Tıp Derg, Volume 10, Issue 3, pp. 312-316
ABSTRACT
Aim: The aim of our study is to demonstrate that the patent ductus arteriosus (PDA) can be safely ligated in low birth weight and premature infants in intensive care units after the minimum standarts of intensive care units are determined in our country.
Material and Method: Sixteen patients who underwent operation due to patent ductus arteriosus (PDA) in neonatal intensive care unit between 2011 and 2017 were evaluated retrospectively for gestational age, age at operation date, body weight at operation, duration of mechanical ventilation, intensive care unit stay, and preoperative and postoperative PDA complications were evaluated.
Results: A total of 16 patients were included in the study, including six girls and ten boys. All patients received medical treatment with cyclooxygenase inhibitors 2 times for PDA closure prior to surgery.The surgical ligation decision was made because the PDA did not close. Birth weight of the patients was 1125.9±254 gr mean gestational age was 26,6±1,4 weeks. Mean intensive care unit stay was 72.6±48.9 days and mechanical ventilation duration was 28.5±30.5 days. Postoperative mortality developed in two patients. Trisomy 18, a 24-week-old woman with syndrome of 542 g, died on the postoperative day 126 due to severe heart and respiratory failure. The other patient who developed mortality was born at 28 weeks and 914 gr. She died due to sepsis at 21 days postoperatively.
Conclusion: In premature and low birth weight infants PDA is a frequent cause of significant mortality and morbidity. There is a 50-60% chance of closure with cyclooxygenase inhibitors. Early surgical ligation is associated with decreased mechanical ventilation duration and less complication. In addition, in neonatal intensive care units conforming to developed standards, patients can be operated safely while preserving risks related to transfer.
Keywords: Patent ductus arteriosus, premature, intensive care, surgery
ÖZ
Amaç: Ülkemizde yoğun bakım ünitelerinin asgari standartlarının belirlenmesiyle beraber gelişmiş standartlara uygun olarak hizmet veren yenidoğan yoğun bakım ünitelerinde düşük doğum ağırlıklı ve prematüre infantlarda patent duktus arteriozusun (PDA) güvenli bir şekilde ligasyonunun yapılabileceğinin gösterilmesi.
Gereç ve Yöntem: Yenidoğan yoğun bakım ünitesinde 2011-2017 yılları arasında patent duktus arteriozus nedeniyle ameliyat olan 16 hastanın gestasyonel yaşı, ameliyat tarihindeki yaşı, ameliyat tarihindeki vücut ağırlığı, mekanik ventilasyon süresi, yoğun bakım kalış süreleri ile ameliyat öncesi ve sonrası PDA nedeniyle gelişmiş olan komplikasyonları retrospektif olarak değerlendirildi.
Bulgular: Altı kız, 10 erkek olmak üzere toplam 16 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastaların tamamı ameliyat öncesi PDA kapanması için 2 kür siklooksinez inhibitörleri ile medikal tedavi aldı. PDA kapanmadığı için cerrahi ligasyon kararı alındı. Hastaların doğum ağırlığı 1125,9±254 gr ortalama gestasyonel yaşları 26,6±1,4 hafta idi. Ortalama yoğun bakımda kalış süreleri 72,6±48,9 gün mekanik ventilasyon süresi ise 28,5±30,5 gündü.
Postoperatif dönemde iki hastada mortalite gelişti. Trizomi 18 sendromu olan 24 haftalık ve 542 gr olan olarak doğan hasta postoperatif 126. günde ağır kalp ve solunum yetmezliği nedeniyle kaybedildi. Mortalite gelişen diğer hasta ise 28 haftalık ve 914 gr olarak doğmuştu. Ameliyat sonrası 21. günde sepsis nedeniyle kaybedildi.
Sonuç: Prematüre ve düşük doğum ağırlıklı infantlarda PDA sık görülen ve önemli bir mortalite ve morbidite nedenidir. Siklooksijenaz inhibitörleri ile %50-60 oranında kapanma ihtimali bulunmaktadır. Erken dönem uygulanan cerrahi ligasyon mekanik ventilasyon süresinde azalma ve daha az komplikasyon gelişimi ile ilişkilidir. Ayrıca gelişmiş standartlara uygun yenidoğan yoğun bakım ünitelerinde hastalar transferden kaynaklanacak risklerden korunarak güvenli bir şekilde ameliyat edilebilmektedir.
Keywords: Patent duktus arteriozus, prematür, yoğun bakım, cerrahi
Research Article
Tevfik Oğurel, Reyhan Oğurel, Nesrin Büyüktortop, Erhan Yumuşak, Zafer Onaran
Ortadogu Tıp Derg, Volume 10, Issue 2, pp. 125-129
ABSTRACT
Aim: To evaluate demographic characteristics, intraoperative problems and postoperative complications of cataract surgery in patients with pseudoexfoliation (PEX) syndrome
Material and Method: The files of patients who underwent cataract surgery in the last 1 year were retrospectively scanned and 147 eyes of 130 patients with PEX were included. Examination findings were obtained from medical records retrospectively with information on surgery and postoperative follow-up information. Patients were divided into 2 groups with and without PEX. Preoperative and postoperative visual acuities, intraocular pressure(IOP), pupil dilatation, presence of zone weakness, intraoperative and postoperative complications, and patients with and without glaucoma were noted separately.
Results: Among the patients included in the study were 71 men (54.6%) and 59 women (45.4%). The mean age man was 68,62 ± 8,04 the mean age of women was 67,84 ± 9,64 for females. There was an increase in visual acuity in both groups when compared with the best corrected visual acuity before and after surgery (p<0.001). The postoperative IOP values of the patients were significantly higher statistically significantly lower than preoperative values (p<0.001). The most common preoperative problem was weak dilatation of the pupil, which was 81.75% (n: 112) in all eyes.
Conclusion: There are many factors that complicate cataract surgery in patients with PEX, and surgeons should be aware of the potential complications of cataract surgery in these patients.
Keywords: Pseudoexfoliation, cataract surgery, weak zonules
ÖZ
Amaç: Psödoeksfoliasyon(PEKS) Sendromu ve glokomu olan hastaların demografik özellikleri, cerrahi sırasında karşılaşılabilecek problemleri ve postoperatif komplikasyonları değerlendirmek.
Gereç ve Yöntem: Çalışmaya son 1 yıl içerisinde katarakt cerrahisi geçiren hastaların dosyaları retrospektif taranarak, PEKS tanılı 130 hastanın 147 gözü dahil edildi. Muayene bulguları, cerrahi ve postoperatif takip bilgileri geriye dönük olarak tıbbi kayıtlardan alındı. Hastalar PEKS olan ve olmayan olacak şekilde 2 gruba ayrıldı. Ameliyat öncesi ve sonrası görme keskinlikleri, göz içi basınçları(GİB), pupil dilatasyonu, zonül zayıflığı olup olmadığı, intraoperatif ve postoperatif komplikasyonlar ile glokomu olan ve olmayan hastalar ayrı ayrı not edildi
Bulgular: Çalışmaya dâhil edilen hastaları 71’i erkek (%54,6), 59’u(%45,4) kadındı. Yaş ortalaması erkeklerde 68,62±8,04 iken, kadınlarda 67,84±9,64 idi. Ameliyat öncesi zonül zayıflığı olan göz sayısı 69, olmayan göz sayısı ise 78 idi. Ameliyat öncesi ve sonrası düzeltilmiş en iyi görme keskinlikleri açısından karşılaştırıldıklarında her iki grupta da görme düzeyinde artış vardı ve istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlıydı(p<0.001). Hastaların ameliyat sonrası GİB değerleri ameliyat öncesi değerlere göre istatistiksel olarak anlamlı derecede daha düşüktü(p<0.001). Hastalarda ameliyat öncesi en sık görülen problem pupillanın zayıf dilatasyonu idi ve bu oran tüm gözler içinde %81,75(n:112) idi.
Sonuç: PEKS hastalarında katarakt cerrahisini zorlaştıran birçok faktör bulunmaktadır ve cerrahlar bu hastalarda katarakt cerrahisinin potansiyel komplikasyonlarının farkında olmalıdır.
Keywords: Psödoeksfoliasyon, katarakt cerrahisi, zonül zayıflığı
Case Report
Muhammed Taha Eser, Mehmet Ziya Çetiner, Erdal Reşit Yılmaz, Hüseyin Hayri Kertmen
Ortadogu Tıp Derg, Volume 9, Issue 4, pp. 207-209
ABSTRACT
Acute bilateral hematomas have higher mortality rates than unilateral epidural hematomas. They are rare presentation of traumatic head injury. The autors described the case of 5 years old male presenting trauatic head injury, Glascow Coma Scale of 15, isocoric pupils. Computed tomography showed bilateral frontal epidural hematomas, obliteration of the lateral ventricles frontal horn and sulci, a bilateral skull fracture reaching the vertex. Bilateral simultaneous drainage was made at the surgery. Patient was discharged with no neurological deficit. The correct approach on bilateral epidural hematomas depends on the volume, diagnosis time and neurological status. Immediately simultaneous drainage of bilateral hematomas has been shown to be an effective method for it.
Keywords: Head injury, bilateral epidural hematoma, surgical treatment
ÖZ
Bilateral epidural hematom nadir görülen bir durumdur. Genelde kafa travmalarını takiben oluşmaktadır. Nadir görülmesine rağmen mortalitesi yüksektir. 5 yaşında erkek hasta yüksekten düşme şikâyeti ile başvurdu. Tetkiklerinde bilateral epidural hematom saptanması üzerine acil şartlarda opere edildi. Cerrahi sonrası klinik durumu tamamen düzelerek taburcu edildi. Bilateral epidural hematom nadir görülmesine rağmen müdahale edilmesi gereken acil bir durumdur. Lezyonun yerine göre eş zamanlı bilateral kraniotomi ile cerrahi yapılması uygundur.
Keywords: Kafa travması, bilateral epidural hematom, cerrahi tedavi
Case Report
Bekir Enes Demiryürek, Bilgehan Atılgan Acar, Mustafa Ceylan, Esra Demiryürek, Selçuk Yaylacı
Ortadogu Tıp Derg, Volume 9, Issue 2, pp. 88-91
ABSTRACT
Lewy body dementiaisa neurodegenerative dementing disorder. It is most common form of dementia after Alzheimer’sdisease. Dementia with Lewy bodies is primarily characterized as cognitive decline, visual hallucinations and motor features (parkinsonism). Other clinical symptoms include REM (rapid eye movement) sleep behavior disorder, serious neuroleptic sensitivity and dysautonomia support diagnosis. Both postoperative cognitive deficit and post operatif delirium are more common in elderly patients with Lewy body dementia than normal elderly patients and elderly patients with other dementias such as Alzheimer disease.We presented women cases; first case 65years old occured post operatif cognitif deficity and postoperative hypoactive delirium after pelvic fracture operation and the other one 60 years old occurred postoperative cognitive deficit and postoperative hyperactive delirium after appendicitis surgery. In patients with Lewy body dementia, early diagnosis and treatment of surgery complications are very effective to prevent morbidity and mortality. Also clinicans should determine and reduce probable risks of preoperative and intraoperative complications in patients with Lewy body dementia.
Keywords: Lewy body dementia, surgery, cognition, delirium
ÖZ
Lewy body demans Alzheimer hastalığından sonra ikinci sıklıkta görülen nörodejeneratif demanstır. Kardinal bulguları bilişsel bozukluk, görsel halüsinasyonlar ve motor bulgular (parkinsonizm)dır. Aynı zamanda REM (rapid eye movement) uyku davranış bozukluğu ve ciddi nöroleptik duyarlılığı ve disotonominin varlığı tanıyı destekleyici bulgulardır.
Lewy body demans tanılı olgularda post operatif bilişsel bozuklukta artış ve post operatif deliryum normal yaşlı populasyonu ile Alzheimer hastalığı ve diğer demans olgularına göre daha sık görülmektedir. Bu yazıda biri 65 yaşında kalça kırığı nedeniyle cerrahi operasyon sonrası hipoaktif deliryum ve sonrasında bilişsel fonksiyonlarda bozulmada artış gözlenen, diğeri 60 yaşında sonrası hiperaktif deliryum ve bilişsel bozulmada artış gözlenen iki adet erkek olası Lewy body demans olgusu sunduk. Lewy body demans olgularında cerrahi sonrası komplikasyonların erken tanısı ve tedavisinin ciddi morbidite ve mortaliteyi önlemede oldukça etkin olduğu akılda tutulmalıdır. Ayrıca klinisyenler Lewy body demans olgularında preoperatif ve intraoperatif dönemde komplikasyon gelişimini azaltmak için olası riskleri saptamalı ve en aza indirgemeye çalışmalıdırlar.
Keywords: Lewy body demans, cerrahi, bilişsel fonksiyon, deliryum