Research Article
Ahmet Onur Akpolat, Demet Pepele Kurdal, Mehmet Fatih Aksay
Ortadogu Tıp Derg, Volume 12, Issue 2, pp. 313-320
ABSTRACT
Introduction: Mean Platelet Volume (MPV) is encountered in the literature as a diagnostic marker used to monitor infectious and inflammatory events. We aimed to investigate whether or not there was a change in platelet and MPV parameters in patients diagnosed with periprosthetic join infection (PJI).
Material and Methods: A total of 110 patients were included in the study, consisting of 37 (33.6%) patients with periprosthetic join infection, 38 (34.6%) patients with total knee arthroplasty (TKA), and 35 (31.8%) control group subjects. During the preoperative period and follow-up, MPV, platelet, erythrocyte sedimentation rate (ESR) and C-reactive protein (CRP) values were assessed from routine laboratory tests. Statistical analyses of values between and within groups were conducted using Shapiro-Wilk test, One-way ANOVA, Bonferroni’s test, Pearson’s test, and Chi-square test. P<0.05 and p<0.01 values were considered statistically significant.
Results: There was no statistically significant difference among the groups according to preoperative platelet and MPV values (p>0.05). Postoperative MPV levels were significantly lower and platelet, ESR and CRP levels were significantly high in the PJI group compared to both the control group and the TKA group (p<0.05).
Conclusion: MPV is a useful laboratory parameter in the diagnosis of periprosthetic joint infection in patients.
Keywords: Mean Platelet Volume, periprostatic, infection, diagnosis, knee
ÖZ
Giriş: Literatürde Ortalama Trombosit hacminin (OTH) enfeksiyöz ve inflamatuar olaylarda bir tanı belirteci olarak kullanıldığı görülmektedir. Amacımız OTH’nin periprostetik eklem enfeksiyonu tanısında yararlı bir parametre olup olmadığını araştırmaktır.
Araç ve Yöntemler: Çalışmaya 37 (%33,6) periprostetik eklem infeksiyonlu, 38 (%34,6) diz artroplastili ve 35 (%31,8) kontrol grubunu oluşturan 110 hasta dahil edildi. Preoperatif dönem ve kontroller sırasında alınan rutin laboratuvar örneklerinde OTH, trombosit, eritrosit sedimantasyon hızı (ESR) ve C reaktif protein (CRP) değerlerine bakıldı. Sonuçlar grup içi ve gruplar arasında Shapiro-Wilk, One-way ANOVA, Bonferroni, tPearson’s, Chi-square testleri ile istatiksel olarak değerlendirildi. p<0.05 ve p<0.01 değerleri anlamlı kabul edildi.
Bulgular: Preoperatif dönemde grupların trombosit ve OTH değerleri arasında istatiksel fark saptanmadı. Periprostatik eklem enfeksiyonu olan grubun postoperatif OTH düzeyleri hem kontrol hem de TKA grubuna göre anlamlı düşük, trombosit, CRP ve ESR düzeyleri ise anlamlı yüksek saptandı (p<0.05).
Sonuç: OTH periprostetik eklem enfeksiyonu tanısında kullanılabilecek faydalı bir laboratuvar parametresidir.
Keywords: Ortalama Trombosit Hacmi, periprostetik, enfeksiyon, tanı, diz
Research Article
Reyyan Ezer, Hülya Ertaşoğlu Toydemir, Fatma Münevver Gökyiğit
Ortadogu Tıp Derg, Volume 12, Issue 2, pp. 225-232
ABSTRACT
Aim: The aim of this study was to evaluate the relationship between interleukin-6 (IL-6) levels and the type of the seizure, etiology of the seizure and the infection parameters which were fever, leukocyte count and c-reactive protein (CRP) in epileptic patients.
Material and Methods: A total of 48 people were included in the study, containing a patient group of 24 and a control group of 24. IL-6, fever, leukocyte and CRP levels were measured and recorded. The patients were categorized according to the type and etiology of the seizures. The relationship between IL-6 levels and infection parameters, type and etiology of seizures were evaluated.
Results: IL-6 levels were significantly higher in epileptic patients than that of the control group. There were no correlations between IL-6 levels and fever, leukocyte and CRP. The patients were evaluated according to the seizure type. There was no significant relationship between IL-6 levels of control group and IL-6 levels of patients with partial epileptic seizures (p=0.270). However, there was significant relationship between IL-6 levels of the control group and that of patients with primary generalized, secondary generalized seizures and generalized status epilepticus (p=0.012, p=0.011 and p=0.040, respectively). Epilepsy etiology was not associated with levels of IL-6.
Conclusion: High levels of IL-6 after epileptic seizures might be detected independent from infection parameters and epilepsy etiology. IL-6 levels might be higher in patients with primary generalized, secondary generalized seizures and generalized status epilepticus than that of patients with partial seizures.
Keywords: epilepsy, interleukin-6, epileptogenesis, infection
ÖZ
Amaç: Epileptik nöbet geçiren hastalarda interlökin-6 (IL-6) düzeyinin nöbet türü, etiyolojisi ile infeksiyon parametreleri olan ateş, lökosit ve c-reaktif protein (CRP) ile ilişkisinin incelenmesi amaçlandı.
Gereç ve Yöntem: Çalışmaya 24 kişiden oluşan hasta grubu ve 24 kişiden oluşan kontrol grubu olmak üzere toplam 48 kişi dahil edildi. Hastaların IL-6, ateş, lökosit ve CRP değerleri ölçülerek kaydedildi. Hastalar nöbet türüne ve etiyolojisine göre sınıflandırıldı. IL-6 düzeylerindeki yüksekliğin, infeksiyon parametreleri, nöbet türü ve etiyolojisiyle olan ilişkisi değerlendirildi.
Bulgular: IL-6 düzeyi nöbet hastalarında kontrol grubuna göre yüksek bulundu. Epilepsi hastalarında IL-6 düzeylerindeki yükselmenin ateş, lökosit ve CRP düzeylerindeki yükselme ile arasında korelasyon bulunmadı. Hastalar nöbet türüne göre değerlendirildi. Hasta grubu ve kontrol grubunun IL-6 düzeyleri karşılaştırıldığında kontrol grubu ile parsiyel nöbet geçiren hastalarla arasında anlamlı fark bulunmazken (p=0,270), primer jeneralize, sekonder jeneralize ve jeneralize status ile arasında anlamlı fark belirlendi (sırasıyla p=0,012, p=0,011, p=0,040). Nöbet etiyolojisi ile IL-6 düzeyleri arasında ilişki saptanmadı.
Sonuç: Epileptik nöbet geçiren hastalarda IL-6 düzeyi diğer infeksiyöz parametrelerden ve etiyolojiden bağımsız olarak yüksek saptanabilmektedir. IL-6 düzeyi, primer jeneralize, sekonder jeneralize nöbetlerde ve jeneralize statusta, parsiyel nöbetlere göre anlamlı olarak yüksek bulunabilir.
Keywords: epilepsi, interlökin-6, epileptogenez, infeksiyon
Research Article
Yasemin Durduran, Bahar Kandemir, Elif Nur Yıldırım, Özlem Pakna, Lütfi Saltuk Demir
Ortadogu Tıp Derg, Volume 12, Issue 1, pp. 89-95
ABSTRACT
Aim: The training and practices taken by the cleaning staff and the caregivers working at the hospital about prevention of nosocomial infections, approach to medical waste and hand hygiene are important in terms of both patient and staff health. It is aimed to assess the efficiency of previous training information given to the cleaning staff and caregivers working in a university hospital about nosocomial infections and the ways of prevention of these infections and efficiency of the last training given by reorganizing the same topics in this study.
Methods: The number of trainings taken about the same topic by participants of the study was listed and the pre-test, interactive training, and then the final test were applied. Chi-square test, McNemar test, T-test, factorial covariance analysis and Pearson correlation analysis were used in the analysis of the data. p<0.05 was accepted as the limit value for statistical significance.
Results: 63.6% of the employees were caregivers and 36.4% of them were cleaning staff; 57.1% were employed in internal medicine branches, 25.6% in surgical branches and 17.2% in other units such as laundry. The median about receiving education in similar subjects so far in the respondents was 9 (1-17). Knowing the correct application of contact isolation was higher in the caregivers than the cleaners (p=0.01) and in those working in the internal medicine branches than the others (p=0.001). There was no significant relationship between the number of training received by the participants and the number of questions correctly known in the pre-test before the training (p>0.05).
Conclusion: In our study, we found that there was no significant relationship between the number of trainings on prevention of nosocomial infections and the number of questions correctly known in the pre-test suggested us to review the trainings given and also the necessity of observing the employees in units about these subjects.
Keywords: infection control, educational activities, survey works
ÖZ
Amaç: Hastanede çalışan temizlik personeli ve hasta bakıcıların hastane enfeksiyonlarından korunma, tıbbi atık kontrolü ve el hijyeni konularında aldıkları eğitimler ve uygulamaları; hem hasta hem de çalışan sağlığı açısından önemlidir. Bu çalışmada; bir üniversite hastanesinde görev yapmakta olan temizlik personeli, hasta bakıcılara, hastane enfeksiyonları ve bu enfeksiyonlardan korunma yolları konularında verilen önceki eğitim bilgilerinin ve aynı konularda yeniden düzenlenerek verilen sonraki eğitim etkinliğinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Yöntemler: Çalışmaya katılanların aynı konuda önceden aldığı eğitim sayıları listelenip, ön test, interaktif eğitim ve ardından son test uygulanmıştır. Verilerin analizinde ki-kare testi, McNemar testi, bağımlı gruplarda t testi, faktöriyel kovaryans analizi (ANCOVA) ve Pearson korelasyon analizi kullanılmıştır. P<0,05 değeri istatistiksel olarak anlamlı kabul edilmiştir.
Bulgular: Çalışanların %63,6’sı hasta bakıcı, %36,4’ü temizlik personeli idi. %57,1’i dahili branşlarda, %25,6’sı cerrahi branşlarda ve %17,2’si çamaşırhane gibi diğer birimlerde görev yapıyordu. Katılımcılarda şu ana kadar benzer konularda eğitim alma ortancası 9 (1-17) idi. Temas izolasyonu uygulamasını doğru bilme, hasta bakıcılarda temizlik çalışanlarına göre (p=0,01), dahili birimde çalışanlarda diğer bölümlerde çalışanlara göre (p=0,001) yüksekti. Katılımcıların konuyla ilişkili aldıkları eğitimin sayısı ile eğitim öncesinde yapılan ön testte doğru bilinen soru sayısı arasında anlamlı bir ilişki bulunmadı (p>0,05).
Sonuç: Araştırmamızda hastane enfeksiyonlarını önleme konusunda alınan eğitimin sayısı ile ön testte doğru bilinen soru sayısı arasında bir ilişki bulunamamış olması; bizlere yapılan eğitimlerin gözden geçirilmesi, ayrıca çalışanların verilen eğitim konuları konusunda çalıştıkları birimlerde gözlemlenmesi gerekliliğini düşündürmüştür.
Keywords: enfeksiyon kontrolü, eğitim, anket çalışması
Case Report
Mehtap Alev, Mustafa Duran, Sani Murat, Salih Cesur, Duygu Çerçioğlu, Şerife Altun Demircan, Sami Kınıklı, Büşra Çalışır
Ortadogu Tıp Derg, Volume 11, Issue 4, pp. 602-605
ABSTRACT
Pacemakers are foreign bodies which often used in the treatment of arrhythmias. Infection of pacemaker and the parts associated with pacemaker is extremely rare. The most important risk factors for development of infection; duration of the procedure, complications during operation and immunodeficiency of the patient. These infections are often seen when the pacemaker was inserted or removed as a result of the contamination. Although pacemaker infections are rare, the mortality rate is high. The most common causative agent is staphylococcus, gram negative bacteria and fungi may also be rarely causative agents. Ochrobactrum anthropi is a gram-negative, aerobic, oxidase positive, urease positive, motile and non-lactose-fermenting bacillus previously known as “Achromobacter group”. It is an opportunistic pathogen that can cause infection in especially immunosupressive patients with permanent central venous catheter. The main infections reported due to this agent; bacteremia, central venous catheter-related sepsis, endocarditis, endophthalmitis, pancreatic abscess, urinary tract infections, meningitis, pelvic abscess and osteomyelitis. In the literature, just one case has been reported which developed pacemaker infection due to this agent. In this manuscript, fifty-four-year-old Afghan nationality patient was presented with the diagnosis of pacemaker and pacemaker lead infections.
Keywords: pacemaker, infection, Ochrobactrum anthropi, case report
ÖZ
Pacemakerlar aritmi tedavisinde sıklıkla kullanılan yabancı cisimlerdir. Pacemaker ve pacemaker ile ilişkili kısımların enfeksiyonu oldukça nadir görülür. Enfeksiyon gelişmesi açısından en önemli risk faktörleri; işlemin süresi, işlem sırasında komplikasyon gelişmesi ve hastanın immün yetmezlik durumudur. Pacemaker enfeksiyonları nadir görülmekle birlikte, mortalite oranı yüksektir. Pacemaker enfeksiyonuna en sık neden olan etkenler Stafilokoklar olup, nadiren Gram-negatif bakteriler ve mantarlar da etken olabilir. Ochrobactrum anthropi (O. anthropi) daha önce Achromobacter cinsinde yer alan Gram-negatif, aerob, oksidaz pozitif, üreaz pozitif, hareketli ve non-fermantatif bir basildir. Özellikle kalıcı santral venöz kateteri olan immunsüpresif hastalarda enfeksiyona neden olabilen fırsatçı bir patojendir. Bu etkene bağlı olarak bildirilmiş başlıca enfeksiyonlar;bakteriyemi, santral venöz kateterle ilişkili sepsis, endokardit, endoftalmit, pankreatik apse, üriner sistem infeksiyonu, menejit, pelvik apse ve osteomyelittir. Literatürde bu etkene bağlı olarak pacemaker enfeksiyonu gelişen yalnızca bir olgu bildirilmiştir. Bu yazıda, O. anthropi’nin neden olduğu pacemaker ve pacemaker kablo enfeksiyonu olan 54 yaşında Afgan uyruklu erkek bir olgu sunuldu.
Keywords: pacemaker, enfeksiyon, Ochrobactrum anthropi, olgu sunumu
Research Article
Esra Tanyel, Tülay Ünver Ulusoy, Melda Dilek, Yarkın Kamil Yakupoğlu
Ortadogu Tıp Derg, Volume 11, Issue 3, pp. 288-293
ABSTRACT
Aim: Infections developing in the early phase of post transplant period may be life- threatening for patient under intense immunosuppression. Although urinary infections are the most frequently observed type of infections in this phase, infections in other systems are also needed to be evaluated in detail. In this study, we examined infections developing in the post- transplant period.
Material and Method: In 306 patients who underwent renal transplantation, infections requiring hospitalization were retrospectively evaluated. These infections were studied in two periods.
Results: In both periods, female patients (55.3%) developed infectious diseases more frequently compared to male patients. The median age of the patients is 35 (18-66) years. In the first period, surgical infections (25.9%), clinical sepsis (10.3%) and catheter infections (6.4%) were more frequently observed while urinary infections (46.7%), lower respiratory tract infections (16.1%), acute gastroenteritis (%16.1) and CMV infections (4.8%) were more frequently observed in the second period. Urinary infections were the most frequently observed type of infections in both periods (41.5% - 46.7%). The most common infectious factor was E.coli (64%) and GSBL synthesis rate was 51.4%.
Conclusion: This study may contribute to the planning of empiric treatments in our hospital where post- transplant infections and their factors are observed.
Keywords: renal transplantation, infection, risk factors
ÖZ
Amaç: Böbrek nakli sonrası erken dönemde gelişen infeksiyonlar yoğun immunsupresyon varlığında kişinin hayatını tehdit edebilmektedir. Bu dönemde en sık üriner sistem infeksiyonları görülmekle birlikte diğer sistemlerin de detaylı bir şekilde değerlendirilmesi gerekir. Çalışmamızda böbrek nakli sonrası gelişen infeksiyonlar irdelenmiştir.
Gereç ve Yöntem: Böbrek nakli yapılan 306 hastada gelişen ve hastaneye yatmayı gerektirecek infeksiyonlar retrospektif olarak, iki dönemde irdelenmiştir.
Bulgular: Her iki dönemde de kadınlarda (%55,3) erkeklerden (%44,6) daha yüksek oranda infeksiyon hastalığı gelişmiştir. Hastaların yaş ortanca değeri 35 (18-66)’dir. Birinci dönemde cerrahi alan infeksiyonları (%25,9), klinik sepsis (%10,3) ve kateter infeksiyonları (%6,4) daha yüksek oranda görülürken, üriner sistem infeksiyonu (%46,7), alt solunum yolu infeksiyonları (%16,1), akut gastroenteritler (%16,1) ve CMV infeksiyonları (%4,8) 2. dönemde daha yüksek oranda görülmüştür. Her iki dönemde de en sık üriner sistem infeksiyonu gelişmiştir (%41,5-%46,7). Gelişen infeksiyonlarda en sık infeksiyon etkeni E.coli (%64) iken üreyen mikroorganizmalarda GSBL sentezleme oranı %51,4 olarak bulunmuştur.
Sonuçlar: Bu çalışma hastanemizde böbrek nakli sonrası görülen infeksiyonların ve etkenlerinin bilinmesi dolayısıyla ampirik tedavinin planlanabilmesi açısından önemlidir.
Keywords: böbrek nakli, infeksiyon, risk faktörleri
Research Article
Betül Erişmiş, Medine Şişman, Nadiye Sever, Deniz Yılmaz, Itır Şirinoğlu Demiriz
Ortadogu Tıp Derg, Volume 11, Issue 2, pp. 119-124
ABSTRACT
Aim: Erythrocyte sedimentation rate (ESR) is a simple and inexpensive laboratory test that is often desired in clinical practice. Normal range of ESR; 2-5 mm in men, 7 mm in women, in the first hour and 9 mm in men,12 mm in women in the second hour. Excessive elevation of ESR (≥ 100 mm/h) is often associated with serious diseases.
Material and Method: Records of patients who applied to University of Health Sciences Dr. Sadi Konuk Education and Research Hospital internal medicine outpatient clinics, in 2016-2018 years, with an ESR value of 100 mm/hour were reviewed retrospectively. The age, sex, hemogram, biochemistry and diagnosis of these patients were recorded. For each variable considered in the study, normality tests were performed, and Kolmogorov-Smirnov and Shapiro-Wilk tests were applied. Mann-Whitney-U test was used for 2 groups, Kruskal-Wallis test was used for 3 groups and above. Analyzes were made with SPSS 22.0 version and the significance level was taken as 0.05.
Results: A total of 397 patients, 160 male and 237 female were included in the study. The Median ESR value was 113 mm/hour. Patients were divided into five diagnostic categories: infection (18.6%), malignancy (25.1%), inflammatory/connective tissue diseases (9.5%), renal diseases (12%) and other causes (34.5%). In cases where etiology was found, most frequent cause was malignancy in females and infection in male patients.
Conclusion: However, since the most common etiologic factors in the persistence of high ESR are malignancy and infection, it will be helpful first to screen patients from these angles.
Keywords: erythrocyte sedimentation rate, malignancy, infection
ÖZ
Amaç: Eritrosit sedimantasyon hızı (ESH) klinik tıpta sıklıkla istenen basit ve ucuz bir laboratuvar testidir. ESH’nin normal değeri; birinci saatte erkeklerde 2-5 mm, kadınlarda 7 mm, ikinci saatte ise erkeklerde 9 mm, kadınlarda 12 mm’dir. ESH’nin aşırı yükselmesi (≥ 100 mm/saat) ise sıklıkla ciddi hastalıklar ile ilişkilidir.
Gereç ve Yöntem: Sağlık Bilimleri Üniversitesi Dr. Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Poliklinikleri’ne 2016-2018 yılları arasında başvuran ve ESH değeri >100 mm/saat olan hasta kayıtları retrospektif olarak incelendi. Bu hastaların yaş, cinsiyet, hemogram, biyokimya ve tanıları kaydedildi. Çalışmada ele alınan her bir değişken için normallik testleri yapıldı ve Kolmogorov-Smirnov ile Shapiro-Wilk testleri uygulandı. Grup farklılıkları analizinde, 2 grup için Mann-Whitney-U testi, 3 ve üzeri grup için Kruskal-Wallis testi uygulandı. Analizler SPSS 22.0 sürümü ile yapılarak anlamlılık düzeyi 0,05 olarak ele alındı.
Bulgular: Çalışmada 160 erkek ve 237 kadın hasta olmak üzere toplam 397 hasta ele alındı. Median ESH değeri 113 mm/saat olarak saptandı. Hastalar beş tanısal kategoriye ayrıldı: enfeksiyon (%18,6), malignite (%25,1), inflamatuvar/konnektif doku hastalıkları (%9,5), renal hastalıklar (%12), diğer nedenler (%34,5). Etiyolojisi tespit edilen durumlarda, kadın hastalarda malignite, erkek hastalarda enfeksiyon en sık ESH yükselten neden olarak tespit edildi.
Sonuç: ESH yüksekliği ile gelen hastalarda tek bir sonuç ile yetinilmemeli ve takiplerde ESH kontrolü yapılarak düşük sonuç saptandığında gereksiz ileri tetkik yapılmasının önüne geçilmelidir. Ancak ESH yüksekliğinin sebat ettiği durumlarda en sık görülen etiyolojik nedenler malignite ve enfeksiyon olduğundan hastaların öncelikle bu açılardan taranması yararlı olacaktır.
Keywords: eritrosit sedimentasyon hızı, malignite, enfeksiyon
Research Article
Ünsal Savcı, Taner Alıç, Ayşe Semra Güreser, Ayşegül Taylan Özkan
Ortadogu Tıp Derg, Volume 10, Issue 4, pp. 492-497
ABSTRACT
Aim: Wound infections are one of the important complications of orthopedic surgery. In this study it was aimed to determine the causative microorganisms, isolation regions and antimicrobial resistance states in the postoperative surgical wound infections.
Material and Method: Between 01.09.2015 - 30.09.2017, postoperative surgical wound infections of patients who applied to our orhopedia and traumatology clinic were retrospectively evaluated and 57 microorganisms were isolated. For identification of species of isolated microorganisms, conventional methods and VITEK 2 Compact® (Biomerieux, France) automated bacterial identification system were used. For antibiotic susceptibility testing VITEK2 Compact® (Biomerieux, France) automated susceptibility system were used.
Results: A total of 57 microorganisms isolated, 32 (56%) were gram negative and 25 (44%) gram positive bacteria. The most frequently isolated bacteria were S. aureus 22 (38.5%) and others in order E. coli 15 (26.3%), E. cloacea 7 (12.3%), A. baumanii 3 (5.3%), P. aeroginosa 3(5.3%) E. aerogenes 1 (1.8%), E. faecalis 1 (1.8%) , E. americana 1 (1.8%) K. pneumonia 2 (3.5%), S. haemolyticus 2 (1.8%) species. With 23 isolates the hip was the orthopedic region in which the most microorganism was isolated. Antibiotic resistance rates of S. aureus isolates are very low compared to S. heamolyticus isolates. A. baumanii isolates were the most resistant in gram negatives.
Conclusion: Cleaning and a sepsis of the hands and incision area are very important in preventing postoperative infections. For successful treatment of these infections, infectious agents and their in vitro antibiotic susceptibility should be known. Thus, with the use of rational antibiotics the success of treatment will increase the spread of resistant hospital infections will be prevented and the costs of treatment will be reduced.
Keywords: Wound infections, surgical wound infections, antibiotic resistance
ÖZ
Amaç: Yara enfeksiyonları postoperatif süreçte ortopedik cerrahinin önemli bir komplikasyonudur. Çalışmamızda postoperatif ortopedik cerrahi yara enfeksiyonlarından izole edilen etken mikroorganizmaların belirlemesi, izole edildikleri bölgelerin ve antimikrobiyal direnç durumlarının değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntem: 01.09.2015 ve 30.09.2017 tarihleri arasında hastanemiz ortopedi ve travmatoloji kliniğine başvuran hastaların postoperatif ortopedik cerrahi yara enfeksiyonlarından izole edilen 57 mikroorganizma retrospektif olarak değerlendirildi. İzole edilen mikroorganizmaların tür identifikasyonu için konvansiyonel metotlar ve VITEK 2 Compact® (Biomerieux, France) otomatize bakteri tanımlama sistemi, antibiyotik duyarlılık testleri için VITEK 2 Compact® (Biomerieux, France) otomatize duyarlılık sistemi kullanıldı.
Bulgular: İzole edilen toplam 57 mikroorganizmanın 32’si (%56) gram negatif, 25’i (%44) gram pozitif bakterilerden oluşuyordu. En sık izole edilen bakteri Staphylococcus aureus 22 (%38,5) ve diğerleri sırasıyla Escherichia coli 15 (%26,3), Enterobacter cloacae 7 (%12,3), Acinetobacter baumannii 3 (%5,3), Pseudomonas aeruginosa 3 (%5,3), Klebsiella pneumonia 2 (%3,5), Staphylococcus haemolyticus 2 (%3,5), Enterobacter aerogenes 1 (%1,8), Enterococcus faecalis 1 (%1,8), Ewingella americana 1 (%1,8) idi. Kalça 23 izolat ile en fazla mikroorganizmanın izole edildiği ortopedik bölge oldu. S. aureus izolatlarının antibiyotik direnç oranları S. haemolyticus izolatlarına göre oldukça düşüktü. Gram negatif bakteriler içerisinde en dirençli olanlar A. baumannii izolatlarıydı.
Sonuç: Postoperatif enfeksiyonların önlenmesinde insizyon bölgesinin ve ellerin temizliği ve asepsisi oldukça önemlidir. Bu enfeksiyonların başarılı bir şekilde tedavi edilebilmesi için enfeksiyona neden olan ajanların ve invitro antibiyotik duyarlılıklarının bilinmesi faydalı olacaktır. Böylece akılcı antibiyotik kullanımı ile tedavi başarı şansının artacağı, dirençli hastane enfeksiyonlarının yayılmasının engelleneceği, ayrıca tedavi maliyetlerinin de azalacağı söylenebilir.
Keywords: Yara enfeksiyonları, cerrahi yara enfeksiyonları, antibiyotik direnci
Research Article
Reyhan Öztürk, Salih Cesur, Esma Meltem Şimşek, Süha Şen, Laser Şanal
Ortadogu Tıp Derg, Volume 10, Issue 3, pp. 289-296
ABSTRACT
Aim: The aim of this study is to assess knowledge levels of intensive care unit staff working at four training and research hospitals in Ankara about infection prevention measures before and after receiving training, and to determine the factors which will affect knowledge levels about infection prevention measures.
Material and Method: Doctors and nurses who work at intensive care units in Ankara Numune Training and Research Hospital (TRH), Ankara TRH, Dr. Zekai Tahir Burak Women’s Health TRH and Ankara Turkey High Speciality TRH participated voluntarily in the study between March-April 2015. A questionnaire comprising ten questions about infection prevention measures was administered to healthcare professionals who volunteered to participate in the study (doctors and nurses), and then participants received a training regarding infection prevention measures, after the training, the same questionnaire was administered in order to evaluate the differences statistically. One hundred-sixty four health care workers were included in the study.
Answers given to the questionnaire items before and after the training were listed in Excel program and statistical analysis was carried out with SPSS 15.0 (Statistical Package for the Social Sciences) data analysis program. Value of p≤0.05 was considered as statistically significant.
Results: While the success rate was 72% before the training, it reached to 83% after the training, the average number of correct answers was eight before the training (1-10), after the training, the average number of correct answers was nine (4-10) and statistically significant difference was observed (p=0.00). Knowledge levels of health care professionals about infection prevention measures significantly increased after the training. Those who have received such training in their earlier professional life had statistically higher knowledge levels compared to those who have not received such training earlier in their career. It was observed that knowledge level increased through training in both genders and in every age group.
Conclusion: As a result of the renewal of knowledge with continuous training of health personnel and updating services as well as evaluating the training by using the tests before and after the training is an effective approach to the prevention of infections associated with healthcare associated infections.
Keywords: Healthcare- associated infections, survey, infection control measures, training
ÖZ
Amaç: Bu çalışmada Ankara ilinde dört eğitim ve araştırma hastanesinin yoğun bakım ünitesinde çalışan sağlık personelinin enfeksiyon kontrol önlemleri hakkındaki bilgi düzeyinin eğitim öncesi ve eğitim sonrasında değerlendirilmesi ve bilgi düzeylerini etkileyebilecek faktörlerin belirlenmesi amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntem: Çalışmaya Mart-Nisan 2015 tarihleri arasında Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Dr. Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Türkiye Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi Yoğun Bakımları’nda çalışan ve çalışmaya katılmayı kabul eden doktor ve hemşireler dahil edilmiştir. Enfeksiyon kontrol önlemleri ile ilgili on adet soruyu içeren bir anket formu çalışmaya katılmak isteyen sağlık personeline (doktor ve hemşire) uygulanmış, bir ay sonra enfeksiyon kontrol önlemlerine ilişkin bir eğitim verildikten sonra aynı anket formu uygulanarak eğitim sonrasındaki değişiklikler istatistiksel olarak değerlendirilmiştir. Çalışmaya toplamda 164 sağlık çalışanı dahil edilmiştir. Eğitim öncesi ve eğitim sonrasındaki anket formuna verilen yanıtlar Excel programına girilmiş ve SPSS (Statistical Package for the Social Sciences) 15.0 veri analizi programı ile istatistiksel değerlendirmeler gerçekleştirilmiştir. P≤0.05 değeri istatistiksel olarak anlamlı kabul edilmiştir.
Bulgular: Eğitim öncesi başarı oranı %72 iken, eğitim sonrası başarı oranı %83’e yükseldi, doğru cevap sayısı eğitimden önce ortalama sekiz iken (1-10), eğitimden sonra dokuz (4-10) olarak saptandı ve bu fark istatiksel olarak anlamlı idi (p=0.00). Sağlık personelinin enfeksiyondan korunma önlemleri hakkındaki bilgisi eğitimden sonra anlamlı olarak artmıştır. Daha önceki meslek hayatında eğitim alanların bilgisi almayanlara oranla anlamlı olarak yüksek çıkmıştır. Her iki cinste ve tüm yaş gruplarında eğitimle bilgi düzeyinin arttığı saptanmıştır.
Sonuç: Sonuç olarak, sağlık personelinin sürekli hizmet içi eğitimlerle bilgilerinin yenilenmesi ve güncellenmesi, bunun yanı sıra eğitim öncesi ve sonrasında uygulanacak testlerle değerlendirilmesinin sağlık hizmetleriyle ilişkili enfeksiyonların önlenmesinde yararlı olacağı görüşündeyiz.
Keywords: Hastane enfeksiyonları, anket, enfeksiyon kontrol önlemleri, eğitim
Research Article
Yaşar Topal
Ortadogu Tıp Derg, Volume 10, Issue 1, pp. 26-33
ABSTRACT
Aim: The aim of this study was to investigate the epidemiological characteristics of urinary track infections, its frequency of complaints, reproductive microorganisms and antibiotic resistance of these microorganisms.
Material and Method: Our study was carried out on 221 patients who were admitted to the hospital in a 6 month period and who were identified as UTI at the admission. The complete urine examinations and urine samples for urine culture were taken before the patients who were suspected to UTI, symptoms, and physical examination and PSA. Antibiotic susceptibilities were tested by using antibiotic discs in grown cultured. Colony-forming unit (cFU / ml) of milliliter was evaluated as positive for overproduction. Patient recurrent ultrasonography (USG) and voiding cystourethrography (VCUG) were withdrawn. Scars were investigated by drawing DMSA scintigraphy in patients with reflux in VCUG.
Results: In this study, 109 of patients (49%) were male and 112 of (51%) were female. A significant increase was detected in girls with age increases. Similarly, the number of patients hospitalized in parallel with the increase of age was found to decrease gradually. The significant decrease at the proportion of patients with age was found . Similarly, the number of patients decrease in contrast to age increase. According to the complaints of the patients, the proportion of specific complaints such as abdominal pain, frequent urination, and dizziness increased by age. E. coli is the most common microorganism in policlinic patients whereas Klebsiella spp, is the most common pathogen (48.5%) in hospitalized patients. Klebsiella (48.5%), E. coli (30,9%) and proteus spp, (27%) were the most common pathogens in the inpatients, whereas E. coli (69%), (69%), Proteus spp (12.5%) and Klebsiella spp (9.6%) in the outpatient.
Conclusions: In our study, young children (0-2 years) were found to be at greater risk for urinary tract infection, reduction in the proportion of patients who need to be treated on an inpatient basis, and the number of men with urinary tract infections is decreasing, a decrease in the proportion of girls is found to be important There is no significant increase in antibiotic resistance according to current data.
Keywords: Children, infection, urinary tract, antibiotic resistance
ÖZ
Amaç: Çalışmadaki amacımız, idrar yolu enfeksiyonu (İYE) olan hastaların epidemiyolojik özellikleri, yakınmaların sıklığı, üreyen mikroorganizmalar ve bu mikroorganizmaların antibiyotik dirençlerinin araştırılması amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntem: Çalışmamız, 6 aylık bir dönemde hastaneye başvuran ve İYE saptananlarla bu sürede yatan ve yatışı sırasında İYE saptanan 221 olgu üzerinde yapılmıştır. Anamnez, semptomlar ve fizik muayene bulguları ile İYE düşünülen hastalardan önce tam idrar tetkiki ve idrar kültürü için idrar örneği alındı. Üreme saptanan kültürlerde antibiyotik diskleri kullanılarak antibiyotik duyarlılıkları test edildi. Mililitrede 105 coloni forming unite (cFU/ml)’den fazla üreme olması pozitif olarak değerlendirildi. Tekrarlayan İYE saptanan hastalara ultrasonografi (USG) ve voiding sistoüretrografi (VCUG) çekildi. VCUG’de reflü saptanan hastalara DMSA sintigrafi çekilerek skar araştırıldı.
Bulgular: Yaşları 0-15 arasında değişen hastaların, 109 (%49)’u erkek 112 (%51)'si kızdı. Yaşın artışı ile birlikte kızların oranında anlamlı bir artış saptandı. Benzer şekilde yaşın artışına parelel olarak yatan hasta sayısının da giderek azaldığı görüldü. Yaşla beraber yatan hasta oranında azalma anlamlı bulundu. Yaşın artışı ile birlikte, karın ağrısı, sık idrara çıkma, dizüri gibi spesifik yakınmaların oranının da arttığı saptandı. Poliklinik hastalarında E.coli en sık görülen mikroorganizma olmasına karşılık, yatan hastalarda klebsiella en sık görülen (%48,5) patojen olarak saptanmıştır. Yatan hastalarda en sık üreyen patojenler sırasıyla klebsiella (%48,5), E. coli (%30,9), proteus (%27) iken; poliklinik hastalarında E. coli (%69), proteus (%12,5) ve klebsiella (%9,6) olmuştur.
Sonuçlar: Çalışmamızda, küçük çocukların (0-2 yaş) İYE açısından daha fazla risk altında oldukları, yaşın artışı ile yatarak tedavi görmesi gereken hasta oranının azalması ve İYE olan erkeklerin sayısı azalırken; kız çocukların oranında azalma olması önemli bulunmuştur. Günümüz verilerine göre antibiotik dirençlerinde anlamlı olabilecek bir artış olmadığı görülmüştür.
Keywords: Çocuklar, enfeksiyon, idrar yolu, antibiyotik direnci
Research Article
Pınar Şen, Erkan Yula, Tuna Demirdal, Selçuk Kaya, Salih Atakan Nemli, Mustafa Demirci
Ortadogu Tıp Derg, Volume 9, Issue 4, pp. 170-176
ABSTRACT
Aim: In this study, we aimed to provide guidance on the empirical antibiotic treatment and determine antibiotic resistance rates of extended spectrum beta-lactamase (ESBL) and inducible beta-lactamase (IBL) producing bacteria isolated from upper and lower respiratory specimens in the outpatients and hospitalized patients.
Materials and Methods: Respiratory specimens sent in a two-year period between August 2015 and July 2013 were evaluated retrospectively in Izmir Katip Celebi University Atatürk Education and Research Hospital Microbiology Laboratory. Identification and antimicrobial susceptibilities of the isolates were determined by conventional methods and BD Phoenix 100 (Becton-Dickinson, ABD) automated systems. Antibiotic susceptibilities were established by disk diffusion and were evaluated according to the Clinical Laboratory Standards Institute (CLSI) criteria in 2011-2014 and EUCAST criteria in 2015.
Results: A total of 299 strains isolated from respiratory samples, including 226 ESBL and 73 IBL positive strains were analyzed retrospectively. The most common ESBL-producing strains were found to be Klebsiella pneumoniae and Escherichia coli. All of IBL-positive strains were found to be Pseudomonas aeruginosa. ESBL and IBL positive strains were found in the highest resistance to trimethoprim-sulfamethoxazole. Cefoperazone-sulbactam and piperacillin-tazobactam resistance rates were found to be quite high in both groups.
Conclusion: Empirical antibiotic choices are quite restricted due to the increase in the rate of beta-lactamase-producing bacterial isolation. The treatment failure will be reduced with the appropriate use of empirical antibiotic treatment by determining the resistance ratio of these strains against other antibiotics.
Keywords: ESBL, IBL, antibiotic resistance, respiratory tract infection
ÖZ
Amaç: Bu çalışmada hastanemizde ayaktan ve yatarak takip edilmiş hastaların üst ve alt solunum yolu örneklerinden izole edilen genişlemiş spektrumlu beta-laktamaz (GSBL) ve indüklenebilir beta-laktamaz (IBL) üreten bakterilerin çeşitli antibiyotiklere direnç oranlarının belirlenmesi ve ampirik antibiyotik tedavisine yol göstermesi amaçlanmıştır.
Yöntem: İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Tıbbi Mikrobiyoloji Laboratuvarı’na Temmuz 2013 ile Ağustos 2015 tarihleri arasındaki iki yıllık dönemde gönderilen solunum yolu örnekleri retrospektif olarak incelenmiş, antibiyotik duyarlılıkları konvansiyonel yöntemler ve BD Phoenix 100 otomatize sistemi (Becton-Dickinson, ABD) kullanılarak belirlenmiştir. Antibiyotik duyarlılığını belirlemede zon çapları 2010-2014 tarihleri arasında CLSI, 2015 yılında EUCAST kriterleri doğrultusunda değerlendirilmiştir.
Bulgular: Solunum yolu örneklerinden izole edilen 226 adet GSBL ve 73 adet IBL pozitif olmak üzere toplam 299 suş retrospektif olarak incelendi. GSBL üreten suşlar arasında en sık izole edilenler Klebsiella pneumoniae ve Escherichia coli iken IBL üreten suşların tümü Pseudomonas aeruginosa olarak bulundu. Trimetoprim-sulfametoksazol, hem GSBL hem de IBL üreten suşlarda en yüksek direnç oranına sahip antibiyotik olarak bulunurken, sefaperazon-sulbaktam ve piperasilin-tazobaktama karşı direnç oranlarının da her iki grupta oldukça yüksek seyrettiği saptandı.
Sonuç: Beta-laktamaz üreten dirençli bakterilerin izolasyon oranlarındaki artış, kullanılabilecek ampirik antibiyotik seçeneklerini oldukça kısıtlamaktadır. Bu suşların diğer antibiyotiklere karşı direnç oranlarını belirlemek, özellikle ampirik tedavide uygun antibiyotiğin seçilerek tedavi başarısızlığının önüne geçmeyi sağlayacaktır.
Keywords: IBL, antibiyotik direnci, GSBL, solunum yolu enfeksiyonu
Case Report
Taliha Karakök, Cemal Bulut, Salih Cesur, Pınar Gürkaynak, Çiğdem Ataman Hatipoğlu, Esra Kaya Kılıç, Sami Kınıklı, Ali Pekcan Demiröz
Ortadogu Tıp Derg, Volume 9, Issue 2, pp. 95-97
ABSTRACT
Crimean-Congo hemorrhagic fever (CCHF) is clinically characterized by fever, haemorrhage, gastrointestinal symptoms and laboratory by lower platelet count, abnormal liver enzymes and other rare findings. In differential diagnosis of these symptoms and thrombocytopenia, abnormal liver enzymes, CCHF may be over-diagnosed and push the other diagnosis background because its contagious nature and mortality. Its over-diagnosis can cause unnecessary isolation. We present a case with cirrhosis and urinary tract infection but misdiagnosed as CCHF.
Keywords: Crimean-Congo hemorrhagic fever, differential diagnosis, cirrhosis, urinary tract infection
ÖZ
Kırım Kongo Kanamalı Ateşi (KKKA) klinik olarak ateş, hemoraji, gastrointestinal semptomlar ve laboratuvar olarak da trombositopeni, karaciğer enzimlerinde yükselme, hemostaz bozukluğu ile karakterize bir hastalıktır. Bu semptom ve laboratuvar bulgularının ayırıcı tanısında KKKA ilk akla gelen hastalıklardan biri olmakta ve bazen hastalığın bulaşıcı özelliği ve mortalitesinin yüksek seyretmesinden dolayı diğer olası durumları geri planda bırakmaktadır. Diğer ön tanılar atlanılarak KKKA tanı ve ön tanısına gösterilen bu artmış hassasiyet gereksiz izolasyon önlemlerine sebep olabilir. Bu yazıda, KKKA ön tanısı ile takip edilen ancak siroz ve üriner sistem infeksiyonu kesin tanısı konulan bir olguyu sunduk.
Keywords: Kırım Kongo Kanamalı ateş, ayırıcı tanı, siroz, üriner sistem enfeksiyonu
Research Article
Yeliz Tanrıverdi Çaycı, Ferhan Korkmaz, Asuman Birinci
Ortadogu Tıp Derg, Volume 9, Issue 1, pp. 24-27
ABSTRACT
Introduction and aim: T-Spot.TB test is a test used for the diagnosis of tuberculosis and based on interferon gamma release. In this test, with following stimulation of tuberculosis specific antigens of the patient's lymphocytes (ESAT-6 and CFP10) interferon gamma production from T-lymphocytes is measured. In our study, it is aimed to investigate the T-Spot.TB result in serum samples which were sent to the Tuberculosis Laboratory.
Materials and Methods: Clinical specimens which were sent to Ondokuz Mayıs University Medical Faculty Hospital tuberculosis laboratory between December 2013- March 2015 were analyzed retrospectively. Serum samples were taken to be 6 ml heparin tubes and sent to our laboratory and has been tested in accordance with manufacturer recommendations. This assay used, early secreted antigenic target 6-kDa protein (ESAT-6) and culture filtrate protein 10 (CFP10), to stimulate interferon-production in washed and enumerated peripheral blood mononuclear cells. Spots were counted and assays with 6 or more spots were considered positive.
Results: A total of 141 patient’s serum samples were studied, the average age of patients whose serum samples were sent is detected 33.03 (9 months-83 yearsold). Twentyeight patients in the case of this example, the T-Spot.TB positivity was observed. In 18 patients (64.2%) who has positivity of T-Spot.TB, EZN staining, tuberculosis culture and polymerase chain reaction (PCR) were not tested, only the T-Spot.TB has been studied. Three (2.1%) of 141 samples which was studied is detected culture positive, both culture posivity and the T-Spot.TB positivity was detected in only 2 (1.4%) patients.
Conclusion: In T-Spot.TB test, false posivite results is not seen like BCG vaccination and exposure to enviromental mycobacterias and forefront this test when compared with the tuberculin skin test. Also it is indicated to be more independent and responsive in the diagnosis of latent tuberculosis infection. Therefore we think that this test will be more forefront in the forthcoming years.
Keywords: Latent tuberculosis infection, diagnosis, T-Spot.TB, IGRA
ÖZ
Giriş ve amaç: T-Spot.TB testi tüberkülozun tanısında kullanılan ve interferon gamma salınımına dayanan bir testtir. Bu testte hastanın lenfositlerinin tüberküloz spesifik antijenlerle (ESAT-6 ve CFP10) uyarımını takiben T-lenfositlerinden interferon gamma üretimi ölçülmektedir. Çalışmamızda Tüberküloz Laboratuvarına gönderilmiş olan serum örneklerinde T.Spot.TB sonuçlarının incelenmesi amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntem: Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Tüberküloz Laboratuvarına Aralık 2013- Mart 2015 yılları arasında gönderilmiş olan klinik örnekler retrospektif olarak incelenmiştir. Serum örnekleri heparinli tüpe 6 ml olacak şekilde alınmış ve laboratuvarımıza gönderilmiş ve üretici firma önerileri doğrultusunda çalışılmıştır. Bu testte yıkanmış ve sayılmış periferal mononükleer hücrelerde, tüberküloz spesifik antijenlerle (ESAT-6 ve CFP10) uyarımını takiben interferon gamma üretimi ölçülmektedir. Spotlar sayılmakta, 6 ve üzeri pozitif olarak kabul edilmektedir.
Bulgular: Toplam 141 hastanın serum örneği çalışılmıştır, serum örneği gönderilmiş olan hastaların yaş ortalaması 33.03 (9 aylık-83 yaş) olarak saptanmıştır. Bu örneklerden 28 hasta örneğinde T-Spot.TB pozitifliği görülmüştür. T-Spot.TB pozitifliği görülen hastalardan 18 (%64,2) hastada EZN boyama, tüberküloz kültürü ve polimeraz zincir reaksiyonu (PZR) testleri istenmemiş olup sadece T-Spot.TB çalışılmıştır. T-Spot.TB çalışılmış olan 141 örneğin 3(%2,1) tanesinde kültür pozitifliği saptanmış olup, hem kültür hem T-Spot.TB pozitifliği sadece 2(%1,4) hastada saptanmıştır.
Sonuç: T-Spot.TB testinde BCG aşılanması ve çevresel mikobakterilerle maruziyete bağlı yalancı pozitiflik görülmemesi bu testi, tüberkülin deri testiyle kıyaslandığında ön plana çıkartmaktadır. Ayrıca latent tüberküloz infeksiyonu tanısında daha özgül ve duyarlı olduğu belirtilmektedir. Bu nedenle bu testin ilerleyen dönemlerde daha ön plana çıkacağını düşünmekteyiz.
Keywords: Latent tüberküloz enfeksiyonu, tanı, T-Spot.TB, IGRA