Research Article
Salih Cesur, Özlem Kurşun, Deniz Aylı, Göknur Yapar Toros, Nilgün Altın, Sami Kınıklı, İrfan Şencan
Ortadogu Tıp Derg, Volume 8, Issue 4, pp. 177-181
ABSTRACT
Objective: In this study, it was aimed to determine nasal Staphylococcus aureus (S. aureus) carriage ratio of outpatients undergoing hemodialysis because of chronic renal failure and mupirocin, fucidic acid, trimethoprim-sulfamethoxazole susceptibility of isolated strains.
Material-Method: One hundred ten adult hemodialysis patients (56 females [51%], 54 [49%] males) were included in the study. Nasal swab samples obtained from the patients were inoculated into mannitol salt agar (Oxoid, UK) and oxacillin resistance screening agar (ORSAB, Oxoid, UK) respectively and simultaneously. Colonies that grew on the petri dishes were identified with convantional methods. Meticillin resistance was verified using cefoxitin disk with disk-diffusion method. Mupirocin, fucidic acid and trimethoprim-sulfamethoxazole (TMP/SMX) susceptibility of isolated strains were determined with disk-diffusion method in accordance with recommendations of Clinical and Laboratory Standards Institute (CLSI.)
Results: Among 110 patients included in the study, methicillin-sensitive S. aureus (MSSA) nasal carriage was found in 20 (18%) and methicillin-resistant S. aureus (MRSA) carriage was found in 5 (4.5%). Total S. aureus nasal carriage was found to be 22.7% (25/110). While the susceptibility of MRSA strains was found as 1 resistant strain for mupirocin, 2 resistant strains for fucidic acid, 2 resistant strains for TMP/SMX for MSSA, there was 1 resistant strain for fucidic acid and no resistant strains for mupirocin and TMP/SMX.
Conclusion: Nasal S.aureus carriage ratio was found to be lower when compared with other reports fromTurkey. Besides, mupirocin, fucidic acid and TMP/SMX susceptibility of isolated strains was also found to be lower. We concluded that determining the antibiotic susceptibility of the strains will increase the success to the goal of eradicating the nasal carriage in outpatients undergoing hemodialysis.
Keywords: Hemodialysis patients, Staphylococcus aureus, nasal carriage, mupirocin, fusidic acid, trimetoprim-sulfamethoxazole
ÖZ
Amaç: Bu çalışmada kronik böbrek yetmezliği nedeniyle ayaktan takip edilen hemodiyaliz hastalarında Staphylococcus aureus (S. aureus) nazal taşıyıcılığı oranlarının yanısıra izole edilen suşların mupirosin, fusidik asit ve trimetoprim-sulfametoksazol duyarlılıklarının belirlenmesi amaçlandı.
Gereç-Yöntem: Çalışmaya 56 (%51) kadın, 54 (%49) erkek olmak üzere toplam 110 erişkin hemodiyaliz hastası dahil edildi. Hastalardan alınan nazal sürüntü örnekleri sırasıyla mannitol salt agar (Oxoid, UK) ve oksasilin direnci tarama agar (ORSAB, Oxoid, UK) besiyerlerine eş zamanlı olarak ekildi.
Besiyerinde üreyen koloniler konvansiyonel yöntemlerle (Gram boyama, katalaz ve koagülaz testleri ) tanımlandı. Metisilin direnci sefoksitin diski kullanılarak disk-difüzyon yöntemiyle doğrulandı. İzole edilen S. aureus suşlarında mupirosin, fusidik asit ve trimetoprim-sulfametoksazol (TMP-SMZ) duyarlılıkları Clinical and Laboratory Standards Institute (CLSI ) önerileri doğrultusunda disk-difüzyon yöntemiyle belirlendi.
Bulgular: Çalışmaya alınan toplam 110 hastanın 20’sinde (% 18) metisiline duyarlı S.aureus (MSSA), 5’inde ( %4.5 ) ise metisiline dirençli S. aureus (MRSA) burun taşıyıcılığı saptandı. Toplamda S. aureus nazal taşıyıcılığı oranı ise %22.7 (25/110) olarak belirlendi.
İzole edilen MRSA suşlarının mupirosin, fusidik asit ve trimetoprim-sulfametoksazol (TMP-SMZ) duyarlılıkları sırasıyla; mupirosine 1, fusidik aside 2, TMP-SMZ’ye 2 dirençli suş saptanırken, MSSA suşlarında fusidik asite dirençli 1 suş saptanırken, mupirosin ve TMP-SMZ’ye dirençli suş saptanmadı.
Sonuç: Ayaktan takip edilen hemodiyaliz hastalarında S. aureus nazal taşıyıcılık oranları ülkemizde bildirilen oranlara kıyaslandığında daha düşüktü. Ayrıca izole edilen S. aureus suşlarında mupirosin, fusidik asit ve TMP-SMZ direnç oranları da düşük olarak belirlendi.
Hemodiyaliz hastalarında nazal taşıyıcılığın eradikasyonu planlandığında izole edilen suşların antibiyotik duyarlılıklarının saptanmasının eradikasyon başarısını artıracağı görüşündeyiz.
Keywords: Hemodiyaliz hastaları, Staphylococcus aureus, nazal taşıyıcılık, mupirosin, fusidik asit, trimetoprim-sulfametoksazol
Research Article
Ahmet Omma, Sevinç Can Sandıkçı, Tülay Omma, Yaşar Karaaslan
Ortadogu Tıp Derg, Volume 8, Issue 4, pp. 182-185
ABSTRACT
Anti-cyclic citrullinated peptide (anti-CCP) antibodies are one of the diagnostic markers of rheumatoid arthri- tis (RA), but can also be found in other diseases such as systemic lupus erythematosus, primary Sjogren’s syndrome. So far, there has been no data available which identified prevalence of anti-CCP in patients with thyroid autoimmun- ity (TA). We aimed to identify anti-CCP prevalence in adult patients with TA.
Material and Methods: We reviewed retrospectively medical records of 1282 patients including TPO-Ab, TRAb, rheumatoid factor (RF), anti-CCP antibodies in the computer database between the dates of January 2010 and Oc- tober 2014. TA diagnosis was made if thyroid autoantibodies were higher than the upper limit of normal. Anti-CCP and RF positivity were considered if the values exceeded the upper limit of normal. Patients with or without TA were compared in terms of the prevalence of anti-CCP antibodies.
Results:In group with TA, TPO-Ab, TRAb, CCP, and RF were detected in 332 (99%), 7 (2%), 44 (13%), and 78 (23%) patients respectively. In group without TA, CCP was detected in 70 patients (7.4%), and RF was detected in 378 (20%) patients. The positive rates of anti-CCP were significantly higher in patients with TA than the patients without TA (13% vs.7.4%, p<0.001). However, there was no difference in RF positivity between the groups.
Conclusion: Our study indicates an increased prevalence of anti-CCP antibodies in patients with TA. It is suggested that anti-CCP antibodies can also be shown in patients with TAin addition to RA.
Keywords: Thyroid autoimmunity, anti-cyclic citrullinated peptide antibodies, rheumatoid factor
ÖZ
Amaç: Anti-CCP antikorları romatoid artritin (RA) tanı koydurucu belirteçlerinden bir tanesi olmakla birlikte sis- temik lupus eritematozus (SLE), primer Sjögren sendromu (pSS) gibi diğer hastalıklarda da saptanabilmektedir. Yetişkinlerde tiroid otoimmünitesi (TO) ve anti-CCP pozitifliğiyle ilgili günümüze kadar herhangi bir veri yayın- lanmamıştır. Biz bu çalışmada yetişkin TO olan hastalarda anti-CCP pozitifliği yaygınlığını saptamayı amaçladık.
Yöntem ve Gereçler: Ocak 2010-Ekim 2014 tarihleri arasında anti-CCP, RF ve anti-tiroid peroksidoz (anti-TPO) ve/veya TSH reseptör antikoru (TRAb) istenen 1282 hastanın kayıtları tıbbi kayıt sisteminden retrospektif olarak incelendi. TO, tanısı tiroid otoantikorlarının normal değerlerinin üst sınırının üzerinde saptanması ile kondu. RF ve anti-CCP pozitifliği değerler normal aralığın üzerinde olduğu zaman düşünüldü.
Bulgular: TO olan grupta,TPO-Ab, TRAb, CCP ve RF pozitifliği sırasıyla 332 (%99), 7 (%2), 44 (%13), ve 78 (%23) olarak saptandı. TO olmayan grupta 70 kişide Anti-CCP pozitifliği (%7.4) ve 378 kişide RF pozitifliği (%20) saptandı. Anti-CCP pozitiflik oranı TO olan grupta TO olmayan gruba göre anlamlı olarak daha yüksek saptandı (%13 vs.%7.4, p<0.001). Ancak RF pozitifliği yönünden gruplar arasında anlamlı olarak fark yoktu.
Sonuç: Bizim çalışmamız TO olan hastalarda anti-CCP prevalansının arttığını göstermiştir. Bu da bize Anti-CCP antikorlarının RA’ya ek olarak TO olanlarda da görülebileceğini düşündürür.
Keywords: Tiroid otoimmünitesi, anti-siklik sitrülinlenmiş peptid antikorları, romatoid faktör
Research Article
Sadık Akgün, Hakan Sezgin Sayıner, Gülnur Tarhan, İlkay Akgün
Ortadogu Tıp Derg, Volume 8, Issue 4, pp. 186-189
ABSTRACT
Background: The aim of this study was to evaluate positivities of HBV-DNA, HCV-RNA and HDV-RNA on patients with diagnostic of chronic viral hepatitis, in our province, and to determine of togetherness of these results obtained from tests.
Methods: This study was done with 4442 serum samples submitted to Microbiology laboratory of Adiyaman University Education and Training Hospital between 2013-2015 years. HBV-DNA, HCV-RNA and HDV-RNA (Fluorion, Iontek), the results obtained using qualitative and quantitative analysis kits were analyzed retrospectively. Statistical analysis was performed with SPSS 22.0.0 using by Kolmogorov-Smirnov test and chi-square analysis.
Results: In this study, 2145(%55) of 3902 samples applied HBV-DNA from HBsAg positive patients samples, according to the results of ELISA test, were detected in HBV-DNA test, as positive. Eighty one (%15) of 540 samples from patient specimens found positive for anti-HCV by ELISA were detected in HCV-RNA test, as positive. Thirteen of 140 samples (% 9.3) applied HDV-RNA test were detected as positive.
Conclusions: In the study two samples were found to be positive for both HBV-DNA and HCV-RNA, four sera was found to be positive for both HBV-DNA and HDV-RNA while no sample was found to be positive for all three infections (HBV-DNA, HCV-RNA ve HDV-RNA).
Keywords: HBV-DNA, HCV-RNA, HDV-RNA, hepatitis
ÖZ
Amaç: Hepatit etkenlerinden Hepatit B, C ve D virüsü toplum sağlığı açısından ayrı bir öneme sahiptir. Bu çalışmada, ilimizde kronik viral hepatit tanılı hastalarda HBV-DNA, HCV-RNA ve HDV-RNA pozitifliğinin araştırılması ve elde edilen pozitif sonuçların birlikteliğinin değerlendirilmesi amaçlandı.
Gereç ve Yöntem: Bu çalışma 2013-205 tarihleri arasında Adıyaman İli, Adıyaman Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi Mikrobiyoloji laboratuvarına gönderilen 4442 hasta serum örneğinde yapıldı. HBV-DNA, HCV-RNA ve HDV-RNA (Fluorion HBV-QNP 2.0, HCV-QNP 2.1 ve HDV-QLP 1.0 Real-Time PCR Kiti, İontek), kalitatif ve kantitatif analiz kitleri kullanılarak elde edilen sonuçlar retrospektif olarak incelendi. İstatistiksel analiz SPSS 22.0.0'da Kolmogorov Smirnov testi ve Ki-kare analizi ile yapıldı.
Bulgular: ELISA sonuçlarına göre, HBsAg pozitif örneklerden, HBV-DNA çalışılan 3902 örneğin 2145(55%)’i HBV-DNA pozitif, anti-HCV pozitif örneklerden HCV-RNA çalışılan 540 örneğin 81(%15)’inde HCV-RNA pozitif, HDV-RNA çalışılan 140 örneğin 13(%9.3)’ünde HDV-RNA pozitif saptandı. HBV-DNA ve HCV-RNA birlikte pozitifliği olan hasta sayısı iki, HBV-DNA ve HDV-RNA birlikte pozitifliği olan hasta sayısı dört, üçlü enfeksiyona ise (HBV-DNA, HCV-RNA ve HDV-RNA birlikteliğine) rastlanmadı.
Keywords: HBV-DNA, HCV-RNA, HDV-RNA, hepatit
Research Article
Caner Kılıç
Ortadogu Tıp Derg, Volume 8, Issue 4, pp. 190-194
ABSTRACT
Objective: In this study, we describe the treatments applied to patients diagnosed with sudden hearing loss along with the observed treatment results.
Materials and Methods: A total of 35 patients diagnosed with sudden hearing loss between 2014 and 2015, and consisting of 19 (54%) males and 16 (46%) females, were included into the study. The same medical treatment protocol was applied to all patients. Patients who failed to show any improvement by the end of the fifth day of treatment were subjected to hyperbaric oxygen treatment. Patients were classified according to the level of hearing loss recovery they exhibited.
Results: The age of the patients ranged between 25 and 54, while the median age was 35.828. An Audiometric evaluation taken on the first day of treatment showed a significant improvement in the hearing threshold of 7 (20%) of the patients. Of the 11 patients who received hyperbaric oxygen treatment (HBO2), 10 (91%) exhibited moderate recovery. On the other hand, among the total of 35 patients included into the study, 17 (49%) showed full recovery, 6 (17%) showed significant recovery, and 10 (28%) showed moderate recovery. One (2%) of the patients did not exhibit any recovery.
Conclusion: It was observed that nearly all of the patients benefited from the administered treatment protocol. In addition, considering its benefits on patient prognosis, we also recommend the use of steroid in addition HBO2 treatment, regardless of whether it is applied at an early or late stage of the treatment.
Keywords: hyperbaric oxygen, hearing loss, steroid
ÖZ
Amaç: Bu çalışmada ani işitme kaybı tanısı konulan hastalara uyguladığımız tedaviler sonuçlarıyla sunulmuştur.
Yöntem ve Gereçler: 2014- 2015 yılları arasında ani işitme kaybı tanısı konulan 19’ u (%54) erkek, 16’ sı (%46) kadın 35 hasta çalışmaya alındı. Tüm hastalara aynı medikal tedavi protokolu uygulandı. Beşinci gün sonunda işitmede düzelme olmayan hastalar hiperbarik oksijen tedavisine yönlendirildi. Sonuçta işitme kaybı, iyileşme düzeyine göre sınıflandırıldı.
Bulgular: Hastaların yaşları 25-54 arasında, ortanca yaş 39,514 (± 8,139) idi. Tedavinin 1. gününde çekilen odiometride 7 hastanın (%20) eşiklerinde belirgin düzelme görüldü. Hiperbarik oksijen tedavisi (HBO2) alan 11 hastanın (%31) 10’ unda (%91) orta düzeyde iyileşme, toplamda 17 hastada (%49) tam iyileşme, 6 hastada (%17) belirgin iyileşme, 10 hastada (%28) orta iyileşme düzeyi görüldü. 1 hastada (%2) ise iyileşme olmadı.
Sonuçlar: Hastaların tamamına yakınında uygulanan tedavi protokolünden yarar sağladığı görülmüştür. Ayrıca prognozdaki yararı göz ardı edilmeksizin HBO2, tedavinin erken yada geç oduğuna bakılmaksızın streoide ek olarak kullanılmasını önermekteyiz.
Keywords: hiperbarik oksijen, işitme kaybı, steroid
Research Article
Deniz Bolat, Mehmet Erhan Aydın, Serkan Yarımoğlu, Tansu Değirmenci, İbrahim Halil Bozkurt, Özgü Aydoğdu, Tarık Yonguç
Ortadogu Tıp Derg, Volume 8, Issue 4, pp. 195-199
ABSTRACT
Aim: In this study, we assessed the relationship between number of access and changes on glomerular filtration rate (GFR) in patients who underwent percutaneous nephrolithotomy (PNL) for kidney stones.
Material and Method: Between January 2012 and September 2015, 564 patients who underwent PCNL were included in this study. Patients were evaluated by medical history, laboratory and imaging methods. Standard PCNL technique was applied to all the patients during the operation. According to the access number, patients were divided into two groups: Single access was performed in Group-1 and multiple accesses were performed in Group-2. To determine the GFR, estimated creatinine clearance was calculated by the Cockcroft-Gault Formula. GFR measurements were performed preoperatively and on the post-operative 1st and 3rd months.
Results: The mean ages in group-1 and group-2 were 48.5±12.7 and 47.6±12.9 years, respectively (p=0.613). The mean stone size was 501.88±517.61 mm2 in group-1 and 622.36±607.16 mm2 in group-2 (p=0.151). Mean preoperative GFR levels were 100.36±32.08 ml/min and 101.49±36.65 ml/min, and the difference was not statistically significant (p=0.803). On the postoperative 1st and the 3rd months, mean GFRs were 91.13±31.10 ml/min vs 91.63±33.74 ml/min and 97.32±30.89 ml/min vs 96.44±30.09 ml/min in group-1 and group-2, respectively. However, the differences were not statistically significant (p=0.836 and p=0.483). Although the GFR changes on the postoperative 3rd month were lower in group-1 when compared to group-2 (-3.04±20.37 ml/min vs-5.05±22.95 ml/min), the difference was not statistically significant (p=0.483).
Conclusion: After PNL surgery, GFR decreases. Effects of single and multiple accesses on the kidney function are similar. In order to increase the stone-free rates of the patients, multiple accesses can be performed without any impairment on renal functions.
Keywords: Percutaneous nephrolithotomy, renal functions, glomerular filtration rate, creatinine clearance
ÖZ
Amaç: Bu çalışmada böbrek taşı nedeniyle perkütan nefrolitotomi (PNL) yapılan hastalarda giriş sayısı ile glomeruler filtrasyon hızındaki (GFR) değişimler arasındaki ilişki değerlendirilmiştir.
Gereç ve Yöntem: Ocak 2012-Eylül 2015 arasında PNL uygulanan 564 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastalar tıbbi hikayeleri, laboratuvar ve görüntüleme yöntemleriyle değerlendirildiler. Tüm hastalara operasyon sırasında standard PNL tekniği uygulandı. Yapılan giriş sayısına gore hastalar iki gruba ayrıldılar: tekli giriş yapılanlar grup-1’e, çoklu giriş yapılanlar grup 2’ye dahil edildiler. GFR’yi belirlemek için Cockcroft-Gault formulü ile tahmini kreatinin klerensi hesaplandı. GFR ölçümleri preoperatif olarak ve postoperatif 1. ve 3. aylarda yapıldı.
Bulgular: Ortalama yaşlar grup-1 ve grup-2 için, sırasıyla, 48.5±12.7 ve 47.6±12.9 yıl idi. Ortalama taş boyutu grup-1’de 501.88±517.61 mm2, grup-2’de 622.36±607.16 mm2 (p=0.151) idi. Ortalama preoperatif GFR değerleri 100.36±32.08 ml/dk ile 101.49±36.65 ml/dk idi ve aradaki fark anlamlı değildi (p=0.803). Postoperatif 1. ve 3. aylardaki ortalam GFR’ler grup-1 ve 2 için sırasıyla, 91.13±31.10 ml/dk karşılık 91.63±33.74 ml/dk ve 97.32±30.89 ml/dk karşılık 96.44±30.09 ml/dk idi. Bununla birlikte aradaki farklar anlamlı değildi (p=0.836 ve p=0.483). Postoperatif 3. aydaki GFR değişimi grup-1’ de grup 2’ye kıyasla daha düşüktü (-3.04±20.37 ml/dk karşılık -5.05±22.95 ml/dk) ve aradaki fark anlamlı değildi (p=0.483).
Sonuç: PNL operayonu sonrası GFR düşmektedir. Tekli ve çoklu girişlerin böbrek fonksiyonları üzerine olan etkisi benzerdir. Hastaların taşsızlık oranlarını artırmak için, böbrek fonksiyonlarında herhangi bir bozulma olmaksızın, çoklu girişler yapılabilir.
Keywords: Perkütan nefrolitotomi, böbrek fonksiyonları, glomerüler filtrasyon hızı, kreatinin klerensi
Research Article
Mikail İnal, Birsen Ünal Daphan, M. Yasemin Karadeniz Bilgili
Ortadogu Tıp Derg, Volume 8, Issue 4, pp. 200-206
ABSTRACT
Introduction: We aimed to establish the new and objective criteria that can be used for distinguishing the normal or pathological appendix from ileal segments sonographically.
Materials and methods: Long diameter, short diameter, mean diameter, circularity index (CI), and diameter index (DI) in mm on transverse images of normal and pathological appendices, and the others form of the ileum, were calculated.
Results: DI, CI, long dimension show high sensitivity and specificity in discrimination of the normal or pathological appendix from ileal segments.
Conclusion: DI, CI, and long dimension are effective and objective criteria for distinguishing normal or pathological appendix from ileum sonographically.
Keywords: Appendix, appendicitis, ileum, ultrasound imaging
ÖZ
Amaç: Biz bu çalışmada normal veya patolojik apendiksin ileal segmentlerden sonografik olarak ayırtedilebilmesi için gerekli yeni ve objektif kriterler tespit etmeyi amaçladık.
Materyal ve Metodlar: Normal ve patolojik apendikslerin, ileumun ikinci ve üçüncü formlarının transvers ultrasonografik kesitleri üzerinde milimetrik olarak uzun çap, kısa çap, ortalama çap, dairesellik indeksi, ve çap indeksi hesaplandı.
Bulgular: Dairesellik indeksi, sirkülarite indeksi ve uzun çap, normal veya patolojik apendiksin ileal segmentlerden ayırtedilmesinde yüksek oranda sensitivite ve spesifisite gösterdi.
Sonuç: Dairesellik indeksi, sirkülarite indeksi ve uzun çap normal veya patolojik apendiksin ileumdan ultrasonografik olarak ayırtedilmesinde objektif ve etkin kriterlerdir.
Keywords: Apendiks, apendisit, ileum, ultrason görüntüleme
Research Article
Mikail İnal, Birsen Ünal Daphan, M. Yasemin Karadeniz Bilgili
Ortadogu Tıp Derg, Volume 8, Issue 4, pp. 207-213
ABSTRACT
Aim: We intended to detect various appendix localisations with a classification system different from those used in previous literature to facilitate the sonographic detection of the appendix.
Patients and methods: The study was performed on 362 consecutive patients who applied to our department for abdominal or pelvic US examination to our department. The sonographic criterion used to diagnose a normal appendix was visualization of the full extension of a compressible, blind-ending tubular structure with a maximum transverse diameter of 6 mm. Appendices were evaluated by US and localisations were recorded and classified according to the reference line passing through the iliac vessels in the right iliac fossa.
Results: Each appendix was classified as type 1 to 8 according to its location. Type 1 crossed the iliac vessels (85.5%), type 2 was medial to the iliac vessels (2.41%), type 3 was inferior and lateral to the cecum (1.93%), type 4 was in the right paracolic gutter (4.34%), type 5 was completely retrocecal (1.93%), type 6 was in front of the cecum (1.45%), type 7 extended to the umbilicus (0.97%) and type 8 was subhepatic with cecal malposition (1.45%).
Conclusion: The study demonstrated a new classification system (types 1–8) different from those described in previous literature. The most common position of the normal and abnormal appendices in our study was crossing the iliac vessels (type 1). The second most common position was the right paracolic gutter (type 4). Two interesting localisations extended to the umbilicus (type 7) and appeared in the subhepatic space (type 8).
Keywords: Appendicitis, normal appendix, cecum-appendicular region, abdomen, sonography.
ÖZ
Amaç: : Biz bu çalışmada farklı lokalizasyonlardaki apendiksleri inceleyerek önceki literatürden farklı bir sınıflama yapmayı ve böylece appendiksin sonografik incelemesini kolaylaştırmayı amaçladık.
Materyal ve metod: Çalışma bizim departmanımıza pelvik veya batın ultrasonografisi amacı ile başvuran 362 ardışık hasta üzerinde gerçekleştirildi. Normal sonografik apendiks kriterleri maksimum çapı 6 mm olan, komprese olan, kör sonlanan tübüler yapı olarak belirlendi. Appendiksler ultrasonografi ile incelendi ve kaydedildi, referans çizgisi olarak da sağ iliak fossadaki iliak damarlar alındı.
Bulgular: Apendiksler yerleşim yerine göre 1-8 sınıfa ayrıldı. Tip 1 iliak damarları geçen (85.5%),tip 2 iliak damarların hemen yanında (2.41%), tip 3 çekumun inferior ve lateralinde (1.93%), tip 4 sağ parakolik olukta (4.34%), tip 5 tamamen retroçekal (1.93%), tip 6 çekumun anteriorunda (1.45%), tip 7 umblikusa uzanan (0.97%) and tip 8 çekal malpozisyonla birlikte subhepatik yerleşim (1.45%).
Sonuç: Bu çalışmada literatürde daha önceden tanımlanandan farklı olarak yeni bir sınıflama sistemi (1-8) ortaya konulmuştur. Normal ve anormal apendikslerin en sık görülen yerleşimi iliak damarları geçen tip 1 olarak izlendi. İkinci en sık görülen yerleşim ise sağ parakolik olukta izlenen tip 4 idi. İki farklı ilginç yerleşim ise umblikusa uzanan tip 7 ile subhepatik alana uzanan tip8 idi.
Keywords: Apandisit, normal apendiks, çekum-periapendiküler bölge, abdomen, ultrasonografi.
Review
Turgut Kültür, Aydın Çifci, Ahmet İnanır
Ortadogu Tıp Derg, Volume 8, Issue 4, pp. 214-217
ABSTRACT
When renal functions decrease with the ongoing parenchymal loss in chronic renal disease impairement of bone- mineral metabolism occurs. Secondary hyperparathyroidism is there all cause of this situation, and this case is called renal osteodystrophia. In this disease there are vitamin D deficiency, phosphate retension, hypocalcemia, mineral metabolism impairement due to secondary hyperparathyroidism, disturbance in the bone structure and vascular and/or soft tissue calcification, metastatic calcifications. Renal osteodystrophia is important in chronic kidney disease patients as it not only disturbs the quality of life of the patients but also decreases the survey of the patients.
Keywords: Chronic kidney disease, bone mineral metabolism disorders
ÖZ
Kronik böbrek hastalığında devam eden parankim kaybı nedeniyle böbrek fonksiyonları azaldıkça kemik-mineral metabolizmasında bozulmalar olmaktadır. Bu durumu oluşturan temel neden sekonder hiperparatiroididir ve bu tabloya da renal osteodistrofi denilmektedir. Bu tabloda vitamin D eksikliği, fosfat retansiyonu, hipokalsemi, sekonder hiperparatiroidinin oluşturduğu mineral metabolizması bozukluğu, kemik yapısında bozulma ile beraber vasküler ve/veya yumuşak doku kalsifikasyonları, metastatik kalsifikasyonlar söz konusudur. Renal osteodistrofi kronik böbrek hastalarında hem yaşam kalitesini düşürmesi hem de yaşam süresini kısaltıyor olması nedeniyle önem arz etmektedir.
Keywords: Kronik böbrek hastalığı, kemik mineral metobolizması bozuklukları
Case Report
Ömer Faruk Recep
Ortadogu Tıp Derg, Volume 8, Issue 4, pp. 218-221
ABSTRACT
We aimed to introduce a case of peripheral ulcerative keratitis occuring after cross-linking for the treatment of keratoconus in this study. A female diabetic patient, 38 year-old, was admitted to our clinic in September 2011. Her cycloplegic refraction was -1.00 -3.75 48 in her right eye and -2.00 -4.50 144 in her left eye. Her visual acuity was 0.4/ 0.1 with and without correction. Her keratometry was measured as 46.12 50.62 139 in her right eye and 46.75 53.62 54 in her left eye. After 17 months she was admitted to our clinic again and she gave a history of cross-linking in her both eyes 3 weeks ago. The patient complained of pain, blurry vision and hyperemia in her both eyes. She had been treated with antibiotic drops, artificial tears, corticosteroid drops and contact lenses for 4 monthts, but no improvement could be recorded. In contrast epithelial defects, infiltrates and thinning were detected in the periphery of both corneas. Because the systemic steroids caused dysregulation of blood glucose level, Azathioprine was preferred. Pathologic findings ameliorated with this drug, but it had to be stopped because of economical reasons. The complaints recur sometimes and are treated with topical drugs. The patient stil has a ring opacity in her both eyes. The doctors interested in the cross-linking treatment of keratoconus should be careful about the diabetes mellitus. If peripheral ulcerative keratitis is detected in such a case it can be treated with systemic immune suppressive drugs.
Keywords: Keratoconus, cross-linking
ÖZ
Bu çalışmada keratokonus tedavisi amacıyla çapraz bağlama uygulanan bir olguda meydana gelen periferik ülseratif keratitin sunulması amaçlanmıştır. Eylül 2011'de kliniğimize müracaat ettiği sırada 38 yaşında olan diyabetes mellituslu kadın hastanın yapılan muayenesinde sikloplejik otorefraktometre değerleri sağ gözde -1,00 -3,75 48, sol gözde -2,00 -4,50 144 olarak tespit edildi. Keratometri değerleri ise sağ gözde 46,12 50,62 139, sol gözde 46,75 53,62 54 idi. Görme düzeyleri 0,4/ 0,1 düzeyinde olup tashihle artmadı. Keratokonus tanısı konulan hasta 17 ay sonra başka bir klinikte çapraz bağlama uygulanmış olarak kliniğimize müracaat etti. Hastanın gözlerinde ağrı, bulanık görme ve kanlanma şikayetleri mevcuttu. 4 ay boyunca antibiyotik, suni gözyaşı, kortizon içerikli damlalar ve kontakt lenslerle takip edilen hastanın şikayetlerinde düzelme olmadı. Aksine her iki gözde kornea çevresel kısmında halka tarzında epitel defekti, infiltrat ve incelme ortaya çıktı. Sistemik steroid tedavisiyle kan şekeri kontrolü bozulması üzerine Azathioprine ilacına geçildi. Bu şekilde bulguları kontrol altına alınan hastada ekonomik sorunlar nedeniyle bir süre sonra Azathioprine kesildi. İki gözde halka tarzında kesafeti devam eden hastanın ataklar halinde şikayetleri olmasına rağmen topikal tedavilerle kontrol altında kalması sağlandı. Özellikle diyabetes mellitusu olan hastalarda keratokonus tedavisi amacıyla çapraz bağlama yapılırken dikkatli olunmalı, böyle bir tablo ortaya çıktığı takdirde sistemik immün supresif ilaçlarla tedavi edilebileceği akılda tutulmalıdır.
Keywords: Keratokonus, çapraz bağlama
Case Report
Ümmü Serpil Sarı, Ecenur Aydın Aşık, Ayşin Kısabay, Hatice Mavioğlu
Ortadogu Tıp Derg, Volume 8, Issue 4, pp. 222-226
ABSTRACT
Major findings of Dyke-Davidoff-Masson syndrome (DDMS) are unilateral cerebral atrophy, contralateral hemiparesis and seizures. DDMS is a cranial malformation which is described by Dyke and his colleagues in 1933. The etiology of DDMS are trauma, inflamation, vascular malformations and occlusions. Computerized tomography and magnetic resonance imaging are the gold standard for diagnosis of DDMS.
In this publication, we want to emphasize DDMS once more with the rare case of a 55 years old female patient who had a history of epilepsy since age of 4 and has epilepsy and facial asymmetry, hemidystonia, mental retardation, cranial hemiatrophy findings and DDMS diagnosis in advanced age.
Keywords: Dyke Davidoff Masson syndrome, hemidystonia, seizure
ÖZ
Dyke-Davidoff-Masson sendromu (DDMS) major bulguları unilateral serebral atrofi, kontrolateral hemiparazi ve nöbetlerle karakterize, ilk kez Dyke ve arkadaşları tarafından 1933 yılında tanımlanan bir kranial malformasyondur. DDMS sendromunun etiyolojisi travma, inflamasyon, vasküler malformasyonlar ve oklüzyonları içerir. Tanıda altın standart kranial bilgisayarlı tomografi ve manyetik rezonans görüntülemedir.
Bu yazıda 4 yaşından beri epilepsi tanısıyla tedavi gören 55 yaşındaki bayan hastanın epilepsiye eşlik eden fasial asimetri, hemiparezi, hemidistoni, mental retardasyon, kraniyal hemiatrofi bulguları ile ileri yaşta DDMS tanısı alması nedeniyle nadiren görülen bu sendromu olgu ve literatür eşliğinde vurgulamak istedik.
Keywords: Dyke Davidoff Masson sendromu, hemidistoni, nöbet
Case Report
Hakan Buluş, Arzu Boztaş, Mehmet Cihan, Abdulkadir Ünsal, Fatih Polat
Ortadogu Tıp Derg, Volume 8, Issue 4, pp. 227-229
ABSTRACT
Chronic Idiopathic Intestinal Pseudo-obstruction Syndrome (CIIPOS), with recurrent abdominal pain, nausea and vomiting without mechanical obstruction, can be acute or chronic. Unlike the more common acute form (Ogilvie Syndrome), chronic form is a more rare, serious, and heterogeneous clinic. We presented in the light of the literature on chronic pseudo-obstruction but with reference to our center with ileus.
Keywords: Pseudo-obstruction, Ogilvie Syndrome
ÖZ
Mekanik obstrüksiyon olmaksızın tekrarlayan karın ağrısı, bulantı ve kusmanın görüldüğü kronik İdiopatik İntestinal Psödo-obstrüksiyon Sendromu (CİİPOS) akut veya kronik olabilmektedir. Daha sık görülen akut formun (Ogilvie Sendromu) aksine kronik form daha nadir, ciddi ve heterojen bir kliniktir. Biz kronik psödo-obstrüksiyonu olan, ancak ileus ile merkezimize başvuran olguyu literatürler ışığında sunduk.
Keywords: Psödo-obstrüksiyon, Ogilvie Sendromu
Case Report
Özgül Uçar Elalmış
Ortadogu Tıp Derg, Volume 8, Issue 4, pp. 230-232
ABSTRACT
Patent foramen ovale (PFO) is a flap-like potantial space on the interatrial septum, which is present in approximately 20-25% of the population. Thrombus entrapped in PFO, which causes simultaneous pulmonary and systemic embolism, is a rare finding. This report describes a patient, in whom a trombus entrapped in PFO was detected by echocardiography and the patient developed thromboembolic cerebrovascular accident two days after the thrombolytic therapy.
Keywords: Paradoxical embolism, patent foramen ovale, pulmonary embolism
ÖZ
Patent foramen ovale (PFO) interatrial septum üzerinde, toplumun %20-25' inde görülebilen flep benzeri bir açıklıktır. PFO içinde sıkışmış, eş zamanlı pulmoner ve sistemik emboliye neden olan trombüs olguları oldukça nadir görülür. Bu yazıda ekokardiyografi ile PFO içine sıkışmış trombüs saptanan ve trombolitik tedaviden iki gün sonra tromboembolik serebrovasküler olay geçiren bir olgu sunulmuştur.
Keywords: Paradoks emboli, patent foramen ovale, pulmoner emboli