Research Article
Özlem Özkul, Bayram Kızılkaya, Hüseyin Eren, Teslime Ayaz, Cemil Bilir
Ortadogu Tıp Derg, Volume 11, Issue 4, pp. 390-395
ABSTRACT
Background: Glomerular filtration rate (GFR) measurements are critical in patients with cancer. A variety of methods are used to calculate the estimated GFR. The aim of this study is to investigate whether there is a correlation between these methods and oncologic outcomes according to the stage and treatment agents.
Methods: A total of 153 patients were retrospectively recruited. All GFR measurement methods was determined in all patients, before the first cycle of chemotherapy and before the subsequent administrations.
Results: In the study population 40% of whom received platinum-based chemotherapy. In this group, overall survival was statistically significant in patients with a CKD-EPI creatinine value of 65 or greater (p:0.023). When we separated the arms according to the stage, there was no relationship between CKD-EPI Cystatin C and progression-free survival in metastatic patients (p: 0.13). In the non-metastatic group, median DFS was 7 months and OS was 13.9 months in patients with CKD-EPI Cystatine C level above 45 (p:0.005).
Conclusions: Both CKD-EPI creatinine and CKD-EPI cystatin C were significantly associated with overall survival and disease-free survival in patients receiving platinum-based chemotherapy. When assessed according to the stage, there was a general survival relationship with CKD-EPI cystatin C in the non-metastatic group and in the other groups there was no significant correlation with the estimated GFR measurements.
Keywords: estimated glomerular filtration methods, chemotherapy, overall survival
ÖZ
Amaç: Glomerüler filtrasyon hızı (GFR) ölçümleri kanser hastalarında kritiktir. Tahmini GFR’yi hesaplamak için çeşitli yöntemler kullanılır. Bu çalışmanın amacı, bu yöntemler arasında bir korelasyon olup olmadığını araştırmak ve onkolojik sonuçların evre ve tedavi ajanlarına göre değişip değişmediğini araştırmaktır.
Metot: Toplam 153 hasta retrospektif olarak tarandı. Tüm hastalarda kemoterapi tedavisinin 1. Siklusu öncesi ve sonraki kemoterapi sikluslarından önce tüm GFR ölçüm metodları hesaplanarak kaydedildi.
Sonuçlar: Çalışma populasyonundaki hastaların %40’ı platin bazlı kemoterapi aldı. Bu grupta CKD-EPI kreatinin değeri 65 ve üzerinde olan hastalarda genel sağkalım istatistiksel olarak anlamlıydı (p:0,023). Kolları evreye göre ayırdığımızda metastatik hastalarda CKD-EPI sistatin C ve progresyonsuz sağkalım arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki bulunamadı (p:0,13). Metastatik olmayan grupta CKD-EPI sistatin C seviyesi 45’in üzerinde olan hastalarda ortanca DFS 7 ay ve ortanca OS 13,9 ay olarak bulundu (p:0,005).
Tartışma: Platin bazlı kemoterapi alan hastalarda hem CKD-EPI kreatinin hem de CKD-EPI sistatin C genel sağkalım ve hastalıksız sağkalım ile anlamlı olarak ilişkili bulundu. Evrelere göre değerlendirildiğinde, metastatik olmayan grupta CKD-EPI sistatin C ile genel sağkalım arasında anlamlı ilişki bulunmuş olup, diğer gruplarda tahmini GFR ölçüm metotları ile anlamlı korelasyon bulunmadı.
Keywords: tahmini glomerular filtrasyon metotları, kemoterapi, genel sağkalım
Research Article
Özgür Dağlı, Gül Durmuş
Ortadogu Tıp Derg, Volume 10, Issue 2, pp. 162-166
ABSTRACT
Aim: Although the definitive diagnosis of brucellosis requires isolation of the Brucella species, diagnosis is usually made based on both clinical and laboratory findings. The aim of this study was to determine the minimum required parameters that could be valuable in the diagnosis of brucellosis.
Material and Method: A retrospective study was performed to compare the clinical and laboratory findings in 50 patients who were confirmed to have brucellosis by cultures with 50 patients with fever. Features independently predictive of brucellosis were assessed by multivariate logistic regression. Sensitivity, specificity and positive and negative predictive values were estimated.
Results: Significant clinical features of brucellosis were hepatomegaly, splenomegaly, arthritis, RF positivity, leucopenia, thrombocytopenia, anemia, and elevated ALT levels. Five of these features were found to be predictive for the diagnosis of brucellosis; splenomegaly, arthritis, RF positivity, thrombocytopenia and elevated ALT levels.
Conclusion: For the diagnosis of brucellosis, serum aglutination test does not have high specificity and sensitivity and waiting the results of cultures will delay the proper treatment. Predictive value of these results are worth taking into consideration in endemic regions.
Keywords: Brucellosis, diagnosis, prediction
ÖZ
Amaç: Brusellozun kesin tanısı bakterinin izolasyonu ile konsa da çoğunlukla klinik ve laboratuvar bulgulara dayanır. Bu çalışmanın amacı bruselloz’un tanısında gereken parametreleri ve tahmin değerlerini araştırmaktır.
Gereç ve Yöntem: Kültürde izole ederek tanı konan 50 bruselloz hastasının klinik ve laboratuvar bulguları ile klinikte ateş nedeni ile yatırılmış 50 hastanın bulguları retrospektif olarak taranarak karşılaştırıldı. Bu veriler lojistik regresyon analizi ile değerlendirildi. Sensitivite, spesifisite, pozitif ve negatif prediktif değerler hesaplandı.
Sonuçlar: Brusellozun anlamlı klinik özellikleri; hepatomegali, splenomegali, artrit, RF pozitifliği, lökopeni, trombositopeni, anemi ve artmış ALT seviyeleri olarak saptandı. Bu özelliklerden ise splenomegali, artrit, RF pozitifliği, trombositopeni ve artmış ALT seviyelerinin Bruselloz’un tanısında anlamlı tahmin değerlerine sahip olduğu tespit edildi.
Yorum: Bruselloz’un tanısında serum aglütinasyon testlerinin yeterli, yüksek düzeyde spesifisite ve sensitivite değerleri bulunmamakta, kültür sonuçlarının beklenmesi de tedaviyi geciktirebilmektedir. Bu nedenle endemik bölgelerde bruselloz tanısı için bu sonuçların tahmini tanısal değerleri göz önünde bulundurulmalıdır.
Keywords: Bruselloz, teşhis, tahmin
Research Article
Sibel Mutlu, Ali Ramazan Benli
Ortadogu Tıp Derg, Volume 9, Issue 3, pp. 118-122
ABSTRACT
Introduction: The purpose of this study is to determine the effect of estimated fetal weight before cesarean section to cesarean incision lenght.
Material Method: This prospective study has been carried out between 2014 and 2016 in a private hospital. 238 pregnant women who had cesarean between 38th and 40th gestational weeks have been included in this study. All of the gestational ages were calculated after last mestual date and confirmed at first trimester via ultrasonography. Patients were randomized in tho groups. First group evaluated with abdominal ultrasonography before cesarean, and estimated fetal weight calculated. Other group didn’t get estimated fetal weight calculated. In our study, we compared cesarean incision lenghts, preoperative and postoperative heamogram differences, visual analog scale (VAS) scores, mobilization times and hospitalization times between groups.
Findings: We found statistically significant (p<0.001) difference between incision lenght. It was longer in second group. VAS scores were statistically significantly (p<0.001) higher in second group. There were no statistically significant difference at preoperative and postoperative heamogram differences, mobilization times and hospitalization times between groups.
Conclusion: Cesarean incisions are shorter if preoperative estimated fetal weight is calculated. Additionally cosmetic patient satisfaction is increased and postoperative pain is lowered.
Keywords: Visual analog scale, cesarean, estimated fetal weight, incision lenght
ÖZ
Giriş: Bu çalışmanın amacı sezeryan öncesi bakılan tahmini fetal ağırlığın(TFA), sezeryan insizyon uzunluklarına olan etkisinin araştırılmasıdır.
Materyal Metod: Bu prospektif çalışma 2014-2016 yılları arasında özel bir hastanede gerçekleştirildi. Çalışmaya sezeryan ile doğum yapan 380/7-406/7 hafta arasında toplam 238 gebe dahil edildi. Tüm gebelerde gestasyonel yaş, son adet tarihinden itibaren hesaplandı ve ilk trimester ultrasonografileri ile doğrulandı. Hastalar iki gruba randomize edildi. Birinci grup sezeryandan önce abdominal ultrasonografi ile değerlendirildi ve tahmini fetal ağırlık (TFA) ölçümü yapıldı. İkinci gruba sezeryan öncesi TFA ölçümü yapılmadı. Çalışmamızda her 2 gruptaki sezeryan insizyon uzunlukları, preoperatif ve postoperatif hemogram farkı, vizuel analog skala (VAS) skoru, hastanede kalış süreleri ve mobilizasyon süreleri karşılaştırıldı.
Bulgular: Çalışmamızda 1.gruptaki hastalardaki insizyon uzunluğu ortalaması; 14,755±0.864 iken VAS ortalaması 50,200±9,462 bulundu. 2. Gruptaki hastalarda insizyon uzunluğu ortalaması 15,925±0,5839 iken VAS ortalaması 59,890±6,1280 bulunmuştur. Birinci grupta ki hastalar ile 2. gruptaki hastaların insizyon uzunluğu ortalamaları arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p<0.001). İkinci grubun insizyon uzunlukları birinci gruba kıyasla daha fazla idi. VAS ortalamaları 2. Grupta anlamlı olarak daha yüksekti (p< 0.001). Preoperatif-postoperatif hemoglobin farkı, mobilizasyon süreleri ve hastanede kalış süreleri bakımından 1.grup ile 2. grup arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı.
Sonuç: Sezeryan öncesi yapılan ultrasonografide TFA belirlenmesi ile sezeryan insizyonları daha küçük olmaktadır. Kozmetik açıdan hasta memnuniyetinin artması ve postoperatif ağrı skorlarının daha az olması da ek avantaj olarak bulunmuştur.
Keywords: Tahmini fetal ağırlık, vizuel anolog skalası, sezeryan, insizyon uzunluğu