Research Article
Sadık Akgün, Gülnur Tarhan, Hakan Sezgin Sayıner
Ortadogu Tıp Derg, Volume 9, Issue 4, pp. 150-154
ABSTRACT
Aim: Brucellosis is a zoonotic infection that is common in both animals and humans all over the world, caused by Brucella bacteria. In this study, it was aimed to identify species of Brucella bacterial isolates isolated in Adıyaman province and to determine biotype distribution and profiles.
Material and Methods: Fourty patients (22 males, 18 females) that Brucella grew in their blood cultures, were included in the study. Patient samples were incubated for 10 days for blood culture. Positive signaling samples were plated on 5% sheep blood agar medium. Then, they were incubated for 48 hours at 37 °C. For those who were identified as Gram negative coccobacilli, using by Gram staining, serologic confirmation was performed. The bacterial strains were identified using an antibiogram device. For the genotyping, the Polymerase Chain Reaction method was used.
Results: Of the 40 patients included in the study, 22 were male and 18 were female. All of the isolated bacteria were detected as B. melitensis with fully automated culture antibiogram device. The biovar studying failed due to an unknown inhibition in the amplification of the nucleic acid material.
Conclusion: As in our country, B. melitensis was detected as the causative factor in the majority of cases of brucellosis in humans, in our province too.
Keywords: Brucella melitensis, identification, blood culture
ÖZ
Amaç: Brucellosis, Brucella cinsi bakterilerin neden olduğu tüm dünyada hem hayvanlarda hem de insanlarda yaygın olarak görülen zoonotik bir enfeksiyondur. Bu çalışmada, Adıyaman ilinde izole edilen Brucella cinsi bakterilerin türlerinin identifikasyonu yapılarak, biyotip dağılımı ve profillerinin belirlenmesi amaçlandı.
Gereç ve Yöntem: Kan kültürlerinde Brucella cinsi bakteriler üreyen 40 hasta (22 erkek, 18 kadın) çalışmaya dahil edildi. Hasta örnekleri, kan kültürü için 10 gün boyunca inkübe edildi. Pozitif sinyal veren örnekler, %5 koyun kanlı agar besiyerine ekildi. 48 saat, 37°C’lik sıcaklıktaki bir inkübatörde üremesi sağlandı. Gram boyama ile Gram negatif kokobasil olarak tesbit edilenler için, serolojik doğrulama yapıldı. Kültür antibiyogram cihazı kullanılarak identifiye edildi. Genotiplendirilmeleri için, Polymerase Chain Reaction yöntemi, kullanılarak çalışıldı.
Bulgular: Çalışmaya alınan 40 hastanın 22’si erkek, 18’i kadındı. İzole edilen bakterilerin tümü, tam otomatize kültür antibiyogram cihazı ile Brucella melitensis (B. melitensis) olarak saptandı. Biyovar tiplendirme çalışması, nedeni anlaşılamayan bir inhibisyondan dolayı, nükleik materyal amplifikasyonu başarısızlıkla sonuçlandı.
Sonuçlar: Ülkemizde olduğu gibi ilimizde de insanlarda Bruselloz olgularının büyük çoğunluğunda etken olarak Brucella melitensis saptandı.
Keywords: Brucella melitensis, identifikasyon, kan kültürü
Research Article
Tugan Tezcaner, Birkan Birben, Yahya Ekici, Feza Y. Karakayalı, Aydıncan Akdur, Merih Tepelioğlu, Gökhan Moray
Ortadogu Tıp Derg, Volume 9, Issue 4, pp. 155-162
ABSTRACT
Aim: The aim of this study was evaluaterare causes of small bowel obstruction and outcomes of surgical treatment.
Material and Method: We have reviewed medical reports of patients admitted for ileus to our institution between January 2001 and September 2015 in this cross-sectional retrospective study. Demographic features, etiology of small bowel obstruction, predisposition to this etiology, diagnostic studies, surgical procedures and outcomes of surgery were evaluated.
Results: There were 481 patients were underwent surgery for mechanical small bowel obstruction during the study period. Of these patients, 13 (2.8%) patients have small bowel obstruction caused by rare etiologies. Small bowel obstruction secondary to bezoar (1.0%) was the most common rare etiology. The others were gallstone ileus (0.6%), Non Hodgin B cell lymphoma (0.4%), foreign body (0.2%), gastrointestinal stromal tumor (0.2%) and endometriosis (0.2%). Milking of bezoar, enterolithotomy, enterotomy, segmentary small bowel resection an ileoceacal resection were performed according to the etiology. The only postoperative complication was superficial wound infection in one patient (7.7%). İncisional hernia occurred in three patients (23.0%) during follow up period. There was no recurrence and reoperation because of small bowel obstruction.
Conclusion: Diagnosis of miscellaneous etiologies preoperatively is challenging. Patients with small bowel obstruction without risk of adhesions may require a low threshold for early operative intervention keeping in mind these miscellaneous etiologies.
Keywords: Bezoar, foreign body, gallstone, gastrointestinal stromal tumor, intestinal obstruction
ÖZ
Amaç: Bu çalışmada, ince barsak obstrüksiyonlarının etiyoloji ve cerrahi sonuçları açısından incelenmesi amaçlandı.
Gereç ve Yöntem: Merkezimizde Ocak 2001 ile Eylül 2015 tarihleri arasında ileus nedeniyle başvuran hastalar retrospektif kesitsel olarak incelendi. Nadir mekanik ince barsak obstrüksiyonu olan hastalar dahil edildi. Hastalar; demografik özellikleri, etiyoloji, etiyolojiye yatkınlık oluşturan durumlar, tanı çalışmaları, tanı çalışmalarının başarısı, tedavi yöntemleri ve sonuçları açısından incelendi.
Bulgular: Belirtilen tarihler arasında 481 hasta mekanik ince barsak obstrüksiyonu nedeniyle ameliyat edildi. Hastaların 13’ünde (%2,8) diğer nedenlere bağlı obstrüksiyon saptandı. Bu hastaların 5’inde bezoar (%1,0), 2’sinde B hücreli lenfoma (%0,4), 1’inde yabancı cisim (%0,2); 3’ünde safra taşı (%0,6), 1’inde gastrointestinal stromal tümör (%0,2) ve bir hastada endometriyozise (%0,2) bağlı ince barsak obstrüksiyon mevcuttu. Cerrahi tedavide ezerek ve sağılarak bezoarın ilerletilmesi, enterotomi, enterolitotomi, segmenter ince barsak rezeksiyonu ve ileoçekal rezeksiyon uygulandı. Ameliyat sonrası tek komplikasyon, bir hastada (%7,69) görülen yüzeyel yara yeri enfeksiyonu idi. İzlem süresinde, 3 hastada (%23,0) insizyonel herni görüldü. Hastaların hiçbirinde ince barsak tıkanıklığı nedeniyle yeniden ameliyat gerekliliği olmadı.
Sonuç: İnce barsak obstrüksiyonuna yol açan nadir nedenlerin ameliyat öncesi tanı konulması zordur. Adezyon riski olmayan ince barsak obstrüksiyonlu hastalarda bu nadir etiyolojiler de göz önünde tutularak erken dönemde cerrahi tedavi düşünülmelidir.
Keywords: Bezoar, gastrointestinal stromal tümör, safra taşı, tıkanıklık, yabancı cisim
Research Article
Ersin Özaslan, Oktay Bozkurt, Ayşe Ocak Duran, Mahmut Uçar, Mevlude İnanç, Metin Özkan
Ortadogu Tıp Derg, Volume 9, Issue 4, pp. 163-169
ABSTRACT
Aim: Currently, there is required effective option in third line therapy after irinotecan and oxaliplatin based regimen because of survival of metastatic colorectal carcinoma (mCRC) increase. A repeated chemotherapy regimen (rechallenge therapy) may be an option in selective patients.
Material and Method: Patients were rechallenged with irinotecan or oxaliplatin regimen as a third line therapy which was the same therapy that they received as the first line. Response Evaluation Criteria in Solid Tumors (RECIST) was used to retrospectively calculate tumor response and Kaplan Meier method to calculate survival.
Results: Forty-five patients were found to be eligible for this study. The median follow up duration was 29 months. Thirty-three patients (73%) had been lost during follow up. Of the rechallenge treatments, 23 (51%) patients were administered irinotecan and 22 (49%) oxaliplatin based regimens. Most patients had a good performans status as 0 or 1 and K-RAS wild-type was detected in 31 (69%) of the patients. The common toxicities were haematologic and gastrointestinal, mostly grade 1 and 2. Response rate was 8.9%, while 25 (55.5%) of the patients had stable disease. Clinical benefit rate was calculated as 64.4%. The median progression-free survival (PFS) as 6 months (95% CI: 4.68–9.55 months) and the median overall survival (OS) was found as 10 months (95% CI: 7.00–12.99 months).
Conclusions: The results of this study indicate that rechallenge treatment may be a right choice as a third line therapy for selected patients.
Keywords: metastatic colorectal carcinoma, rechallenge chemotherapy, third line, salvage, reintroduction
ÖZ
Amaç: Metastatik kolorektal kanser (mCRC) sağkalımı nedeniyle irinotekan ve oksaliplatin esaslı rejim sonrasında üçüncü basamak tedavide şu an etkili bir seçenek mevcut. Seçici hastalarda tekrarlayan bir kemoterapi rejimi (yeniden sorgulama terapisi) bir seçenek olabilir. Hastalar ve Yöntemler: Hastalar, irinotekan veya oksaliplatin rejimi ile birinci basamakta elde edilenlerle aynı tedavi olan üçüncü basamak tedavisi ile tekrar değerlendirildi. Katı tümörlerde yanıt değerlendirme kriterleri (RECIST) geriye dönük olarak tümör cevabı ve Kaplan Meier yöntemini hesaplayıp sağkalımı hesapladı. Bulgular: Kırk beş hasta bu çalışma için uygun bulunmuştur. Ortanca takip süresi 29 ay idi. Otuz üç hasta (% 73) takip sırasında kaybedildi. Yeniden direnç tedavilerinin 23'ünde (% 51) irinotekan ve 22 (% 49) oksaliplatin rejimi uygulandı. Çoğu hastada iyi performans durumu 0 veya 1, K-RAS yabani tip 31 hastada (% 69) tespit edildi. Genel toksisite, çoğunlukla grade 1 ve 2 olan hematolojik ve gastrointestinal idi. Yanıt oranı% 8.9 iken, 25 hastada (% 55.5) stabil hastalığa sahipti. Klinik fayda oranı% 64.4 olarak hesaplandı. Ortanca progresyonsuz sağkalım (PFS) 6 ay (% 95 CI: 4.68-9.55 ay) ve medyan genel sağkalım (OS) 10 ay olarak bulundu (% 95 CI: 7.00-12.99 ay). Sonuçlar: Bu çalışmanın sonuçları, yeniden seçilme tedavisinin seçilen hastalar için üçüncü basamak tedavisi olarak doğru seçim olabileceğini göstermektedir.
Keywords: metastatic colorectal carcinoma, rechallenge chemotherapy, third line, salvage
Research Article
Pınar Şen, Erkan Yula, Tuna Demirdal, Selçuk Kaya, Salih Atakan Nemli, Mustafa Demirci
Ortadogu Tıp Derg, Volume 9, Issue 4, pp. 170-176
ABSTRACT
Aim: In this study, we aimed to provide guidance on the empirical antibiotic treatment and determine antibiotic resistance rates of extended spectrum beta-lactamase (ESBL) and inducible beta-lactamase (IBL) producing bacteria isolated from upper and lower respiratory specimens in the outpatients and hospitalized patients.
Materials and Methods: Respiratory specimens sent in a two-year period between August 2015 and July 2013 were evaluated retrospectively in Izmir Katip Celebi University Atatürk Education and Research Hospital Microbiology Laboratory. Identification and antimicrobial susceptibilities of the isolates were determined by conventional methods and BD Phoenix 100 (Becton-Dickinson, ABD) automated systems. Antibiotic susceptibilities were established by disk diffusion and were evaluated according to the Clinical Laboratory Standards Institute (CLSI) criteria in 2011-2014 and EUCAST criteria in 2015.
Results: A total of 299 strains isolated from respiratory samples, including 226 ESBL and 73 IBL positive strains were analyzed retrospectively. The most common ESBL-producing strains were found to be Klebsiella pneumoniae and Escherichia coli. All of IBL-positive strains were found to be Pseudomonas aeruginosa. ESBL and IBL positive strains were found in the highest resistance to trimethoprim-sulfamethoxazole. Cefoperazone-sulbactam and piperacillin-tazobactam resistance rates were found to be quite high in both groups.
Conclusion: Empirical antibiotic choices are quite restricted due to the increase in the rate of beta-lactamase-producing bacterial isolation. The treatment failure will be reduced with the appropriate use of empirical antibiotic treatment by determining the resistance ratio of these strains against other antibiotics.
Keywords: ESBL, IBL, antibiotic resistance, respiratory tract infection
ÖZ
Amaç: Bu çalışmada hastanemizde ayaktan ve yatarak takip edilmiş hastaların üst ve alt solunum yolu örneklerinden izole edilen genişlemiş spektrumlu beta-laktamaz (GSBL) ve indüklenebilir beta-laktamaz (IBL) üreten bakterilerin çeşitli antibiyotiklere direnç oranlarının belirlenmesi ve ampirik antibiyotik tedavisine yol göstermesi amaçlanmıştır.
Yöntem: İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Tıbbi Mikrobiyoloji Laboratuvarı’na Temmuz 2013 ile Ağustos 2015 tarihleri arasındaki iki yıllık dönemde gönderilen solunum yolu örnekleri retrospektif olarak incelenmiş, antibiyotik duyarlılıkları konvansiyonel yöntemler ve BD Phoenix 100 otomatize sistemi (Becton-Dickinson, ABD) kullanılarak belirlenmiştir. Antibiyotik duyarlılığını belirlemede zon çapları 2010-2014 tarihleri arasında CLSI, 2015 yılında EUCAST kriterleri doğrultusunda değerlendirilmiştir.
Bulgular: Solunum yolu örneklerinden izole edilen 226 adet GSBL ve 73 adet IBL pozitif olmak üzere toplam 299 suş retrospektif olarak incelendi. GSBL üreten suşlar arasında en sık izole edilenler Klebsiella pneumoniae ve Escherichia coli iken IBL üreten suşların tümü Pseudomonas aeruginosa olarak bulundu. Trimetoprim-sulfametoksazol, hem GSBL hem de IBL üreten suşlarda en yüksek direnç oranına sahip antibiyotik olarak bulunurken, sefaperazon-sulbaktam ve piperasilin-tazobaktama karşı direnç oranlarının da her iki grupta oldukça yüksek seyrettiği saptandı.
Sonuç: Beta-laktamaz üreten dirençli bakterilerin izolasyon oranlarındaki artış, kullanılabilecek ampirik antibiyotik seçeneklerini oldukça kısıtlamaktadır. Bu suşların diğer antibiyotiklere karşı direnç oranlarını belirlemek, özellikle ampirik tedavide uygun antibiyotiğin seçilerek tedavi başarısızlığının önüne geçmeyi sağlayacaktır.
Keywords: IBL, antibiyotik direnci, GSBL, solunum yolu enfeksiyonu
Research Article
Ayça Tuba Dumanlı Özcan, Erdal Özcan, Ebru Çanakçı, Korhan Kılıç
Ortadogu Tıp Derg, Volume 9, Issue 4, pp. 177-182
ABSTRACT
Aim: Postoperative nausea and vomiting (PONV) is a common complication after tonsillectomy. Midazolam is known to decrease postsurgical vomiting. In this study, we investigate the effect of intramuscular Midazolam on postoperative nausea vomiting in children undergoing adenoidectomy or adenotonsillectomy.
Material and Method: In a randomized double-blind study, we evaluated 66 healthy children, aged 5–12 years, who underwent adenoidectomy with or without tonsillectomy. Afterwards, anesthesia was induced by inhalation of sevoflurane, rocuronium bromide 0.6 mg kg–1, and fentanyl 1 µg kg–1, and anesthesia was maintained by sevoflurane for all patients. Patients were administered subcutaneous morphine 0.1 mg kg–1 for postoperative analgesia. Patient’s in-Group II were administered intramuscular midazolam 0.1 mg kg–1. The incidence of nausea/vomiting and antiemetic requirement 0-4 h and 4-24 h post surgery was recorded. Data for postoperative vomiting were grouped into the following time periods: 0–4 and 4–24 h. Data were analyzed using a Student’s t-test and chi-squared analysis.
Results: No statistically significant different was found between groups in 0-4, and 4-24 hours in terms of median VAS levels (p=0,883 and p=0,881). Although Group II had lower incidence of nausea both in 0-4 and 4-24 hours compared to Group I, there was no statistically significant difference between the groups (p=0,618 and p=0,28). There was no statistically significant difference between the groups in 0-4, and 4-24 hours in terms of median nausea VAS levels (p=0,597 and p=0,982). There was also no statistically significant difference between the groups in terms of rates of additional analgesic requirement in 24 hours, and median additional analgesic number (p=0,197 and p=0,865). Antiemetic requirement rates in 24 hours in Group II were lower at a statistically significant rate compared to Group I (p=0,027). Yet, there was no statistically significant difference between the groups in terms of median antiemetic number in 24 hours (p=0,070).
Conclusion: For children undergoing tonsillectomy, intraoperative midazolam treatment does not provide a prophylaxis against postoperative vomiting.
Keywords: Nausea Vomiting, Adenotonsillectomy, Midazolam
ÖZ
Amaç: Postoperatif bulantı kusma tonsillektomi sonrası en yaygın komplikasyondur. Biz de çalışmamızda adenotonsillektomi veya adenoidektomi olan çocuklarda intramuskuler midazolamın postoperatif bulantı kusmaya proflaktik etkisini araştırmayı amaçladık.
Gereç ve Yöntem: Çalışmaya 5-12 yaş arasında sağlıklı adenotonsillektomi veya sadece adenoidektomi olacak 66 çocuk randomize ve çift kör olarak çalışmaya dahil edildi. Sevofluran inhalasyonunu, 0.6 mgkg-1 rokuronyum bromid ve 1µg kg–1 fentanil lie anestezi indüksiyonunu takiben tüm olgularda idame sevofluran inhalasyon anestezisi ile sağlandı. Tüm hastalara subkutanöz morfin 0.1 mg kg–1 postoperatif analjezi amaçlı uygulandı. Grup II'de yer alan hastalara aynı standart anestezi protokolü yanında im midazolam 0.1 mg kg–1 entübasyon sonrası uygulandı. Postoperatif kusma verileri 0-4 ve 4-24. saat periotlarında gruplandırıldı. Veriler Student t-testi ve Chi-squared testi ile analiz edildi.
Bulgular: Gruplar arasında 0-2 ve 2-24. saatlerde medyan VAS düzeyleri yönünden istatistiksel olarak anlamlı farklılık görülmedi (p=0,883 ve p=0,881). Gruplar arasında 24 saatte ek analjezik gereksinim oranları ve medyan ek analjezik sayısı yönünden de istatistiksel olarak anlamlı farklılık görülmedi (p=0,197 ve p=0,865). Grup I'e göre Grup II'de 24 saat antiemetik gereksinim oranı istatistiksel anlamlı olarak daha düşüktü (p=0,027).
Sonuç: Adenotonsillektomi olacak çocuklarda intraoperative sadece midazolam tedavisinin postoperatif kusmaya karşı korucu olamadığı düşüncesindeyiz.
Keywords: Bulantı-Kusma, Adenotonsillektomi, Midazolam
Research Article
Raci Karayiğit, Hakan Karabıyık, Burak C. Yaslı, Mitat Koz, Gulfem Ersoz
Ortadogu Tıp Derg, Volume 9, Issue 4, pp. 183-190
ABSTRACT
Aim: Carbohydrate (CHO) mouth rinsing in the oral cavity has been shown to increase especially endurance exercise performance. Mechanisms responsible for this ergogenic effect may be related to receptors in oral cavity that detect CHO, in turn, increase neural drive to the motor unite. The aim of this study was to examine the effects of CHO mouth rinsing on intermittent sprint performance in soccer players.
Material and Method: With randomised, double-blind, crossover, counterbalanced research design, fifteen amateur male soccer players (Mean±SD age:20.00±2.44 years, height:177.66±4.80 cm, body mass:75.02±6.42 kg) completed 3 sessions consisting of 12x4 seconds intermittent sprint tests with administering 10-second mouth rinse protocols before each sprint; a-) %6.4 carbohydrate solution (CHO) b-) water as a placebo (PLA) and 3-) no rinse as a control (CON). At rest, immediately after test and in active and passive recevory periods, blood glucose (BG), blood lactate (BL), heart rate (HR) and rating of perceived exertion (RPE) were assessed.
Results: Compared with the CON condition, CHO and PLA increased significantly peak and mean power output (P<0.05), but there was no difference between CHO and PLA condition. BL and BG values were not statistically different between condition (P>0.05) but HR were significantly different in CON than CHO and PLA. Morover, RPE was significantly different in CON than PLA but not than CHO.
Conclusion: CHO mouth rinsing does not improve peak and mean power when compared to PLA, but as a nocebo effect, CHO and PLA improve peak and mean power output with regard to CON.
Keywords: Football, mouth wash, cycling, oral receptors, ergogenic aid
ÖZ
Amaç: Ağız boşluğunda karbonhidratın (CHO) çalkalanması özellikle dayanıklılık performansında artışlar yaratmaktadır. Bu ergojenik etkiden sorumlu mekanizmalar CHO'yu algılayan ağız boşluğundaki reseptörlerle ilişkili olabilir, dolayısıyla motor ünite sinir uyarımını artırabilir. Bu çalışmanın amacı CHO ağızda çalkalamanın futbolcularda aralıklı sprint performansı üzerine etkilerini araştırmaktır.
Gereç ve Yöntem: Randomize, çift kör, çapraz döngülü, karşılıklı dengeli araştırma dizaynı ile, 15 amatör futbolcu (Ortalama±SD yaş: 20,00±2,44 yıl, boy uzunluğu: 177,66±4,80 cm, vücut ağırlığı: 75,02±6,42 kg) toplamda 3 kez, 12x4 saniyelik aralıklı sprintlerden oluşan protokolü her sprintten önce [a-) %6,4 karbonhidrat solüsyonu (CHO) b-) plasebo olarak su (PLA) ve c-) kontrol olarak çalkalama yapmadan (CON)] 10 saniye ağızda çalkalayarak tamamladı. Dinlenimde, testten hemen sonra, aktif ve pasif toparlanmada kan glikozu (GL), kan laktatı (BL), kalp atımı (HR) ve algılanan zorluk derecesi (RPE) kayıt edildi.
Bulgular: CON ile kıyaslandığında, CHO ve PLA zirve ve ortalama güç verilerinde anlamlı artışlar vardı ancak CHO ve PLA arasında herhangi bir fark bulunamadı. BL ve BG değerlerinde koşullar arasında fark bulunamazken (P>0.05) HR değerleri CHO ve PLA'ya göre CON koşulunda anlamlı derecede farklıydı. Ayrıca, RPE CON koşulunda PLA'dan anlamlı derecede fark bulundu ancak CHO koşulu ile bir fark bulunamadı.
Sonuç: CHO ağızda çalkalama, PLA ile kıyaslandığında zirve ve ortalama gücü geliştirmez ancak bir nosebo etkisi olarak, CHO ve PLA CON'a göre zirve ve ortalama gücü geliştirir.
Keywords: Futbol, bisiklet, ağız reseptörleri, ağız çalkalama, ergojenik yardım
Review
Mehmet Kabalcı, Turgut Kültür
Ortadogu Tıp Derg, Volume 9, Issue 4, pp. 191-197
ABSTRACT
Chronic venous insufficiency (CVI) is an important health problem due to both epidemiological and socioeconomic outcomes that decrease the quality of life due to both cosmetic reasons and complications. When aiming to reduce / control symptoms and prevent complications with conservative treatment, the goal of interventional treatment is to achieve a satisfactory cosmetic result with minimal complications, elimination of venous hypertension, excision of all varicosities. In addition to classical treatment methods percutaneous applications comes to be widespread. Endovenous laser ablation therapy, radiofrequency ablation therapy, steam ablation therapy, cyanoacrylate ablation therapy and sclerosing agent ablation are the best known of these current methods. These less invasive methods offer earlier discharge and more comfortable treatment. However, new technical challenges and high costs are the major problem of these new generation methods. On the other hand, short and mid-term results in terms of recurrence and successful outcome have been reported in the literature as similar to open surgery, but there is no clear data for long-term results yet.
In conclusion, although the gold standard for CVI is still a classic open surgical technique it is likely that different percutaneous methods will be more popular in the near future.
Keywords: Chronic venous insufficiency, sclerotherapy, endovenous laser therapy, radiofrequency ablation, cyanoacrylate
ÖZ
Kronik venöz yetmezlik (KVY) hem kozmetik sebepler hem de komplikasyonları nedeniyle yaşam kalitesini düşüren epidemiyolojik ve sosyoekonomik sonuçlarıyla önemli bir sağlık sorunudur. Konservatif tedavi ile semptomları azaltmak/kontrol altında tutmak ve komplikasyonları önlemek hedeflenirken, girişimsel tedavinin hedefi minimum komplikasyonla, venöz hipertansiyon kaynağının yok edilmesi, tüm varikozitlerin eksize edilmesi, tatminkar bir kozmetik sonuç sağlamaktır. KVY tedavisi için klasik tedavi yöntemlerinin yanı sıra perkütan uygulamalar da yaygınlaşmaya devam etmektedir. Endovenöz lazer ablasyon tedavisi, radyofrekans ablasyon tedavisi, buhar balsyon tedavisi, siyanoakrilat ile ablasyon tedavisi ve sklerozan madde ile ablasyon bu güncel yöntemlerin en bilinenlerindendir. Daha az invaziv olan bu yöntemler daha erken taburculuk ve daha konforlu bir tedavi süreci sunmaktadır. Ancak teknik açıdan yeni zorluklar ve yüksek maliyetler bu güncel seçeneklerin rutin bir uygulama olmasını engellemektedir. Öte yandan nüks ve başarılı sonuç anlamında kısa ve orta dönem sonuçları literatürde açık cerrahiye benzer olarak bildirilmeye başlamış olsa da henüz uzun dönem sonuçları için net veriler yoktur. Sonuçta, KVY için altın standart hala klasik açık cerrahi teknik olsa da yakın gelecekte değişik perkütan yöntemlerin ağırlık kazanacağı muhtemeldir.
Keywords: Kronik venöz yetmezlik, skleroterapi, endovenöz lazer tedavisi, radyofrekans ablasyon, siyanoakrilat
Review
Yunus Kökver, Halil Murat Ünver, Ebru Aydoğan
Ortadogu Tıp Derg, Volume 9, Issue 4, pp. 198-202
ABSTRACT
The first step in diagnosing the disease from retinal images is the segmentation of blood vessels. In this study, it was aimed to investigate the extraction of blood vessels from retinal images. For this reason, existing articles in the literature have been compiled systematically, focusing on the identification of the methods used. Starting from the first study in the literatüre about this problem, solutions to the problem of vessel segmentation and studies until recently have been evaluated within the framework of some criteria. It can be concluded from this review, significant progress has been made in the methods used for segmentation over the years and segmentation of all vessels from retinal images has been made easily.
Keywords: Retina, vessel segmentation, machine learning, filtering, morphological operators
ÖZ
Retina görüntülerinden hastalık teşhisinin yapılabilmesinin ilk adımı kan damarlarının segmente edilmesidir. Bu çalışmada retina görüntüleri üzerinden kan damarlarının çıkartılması üzerine yapılan çalışmaları incelemeyi amaçlamaktadır. Bu nedenle literatürdeki mevcut makaleler kullanılan yöntemleri belirlemeye odaklanarak sistematik olarak derlenmiştir. Damar segmentasyonu problemine çözüm getiren ve literatürde bu alandaki ilk çalışmadan başlayarak son zamanlara kadar yapılan çalışmalardaki çözümler bazı kriterler dahilinde değerlendirilmiştir. Bu derleme çalışmasından anlaşılıyor ki, yıllar içerisinde segmentasyon için kullanılan yöntemlerde ciddi bir ilerleme kaydedilmiş ve retina görüntülerinden tüm damarların segmentasyonu kolaylıkla yapılabilir düzeye gelmiştir.
Keywords: Retina, damar segmentasyonu, makine öğrenmesi, filtreleme, morfolojik operatörler
Review
Serkan Tursun, Ayşegül Alpcan, Cihat Şanlı, Mehmet Kabalcı
Ortadogu Tıp Derg, Volume 9, Issue 4, pp. 203-206
ABSTRACT
Carbon monoxide, also known as silent killer because it is a tasteless, odorless and colorless toxic gas, is the most common cause of fatal poisonings. It is a serious threat to our country as it is in the whole world. In the United States, 4 out of 45,000 / 500 million people affected by carbon monoxide poisoning each year die, but this is not clear in our country. There is no specific antidote. The most common treatment method is normobaric and hyperbaric oxygen therapy. Hyperbaric oxygen therapy also contributes to the reduction of neurological findings.
Keywords: Carbon monoxide, poisoning
ÖZ
Tatsız, kokusuz ve renksiz zehirli bir gaz olmasından dolayı “sessiz katil” olarak da tanımlanan karbonmonoksit, ölümcül zehirlenmelerin en sık sebeplerindendir. Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de ciddi bir tehdittir. ABD’de her yıl karbonmonoksit zehirlenmesinden etkilenen 45 bin /500 milyon kişinin 4 bini ölürken, ülkemizde bu veriler net değildir. Spesifik bir antidot yoktur. En sık uygulanan tedavi yöntemi normobarik ve hiperbarik oksijen tedavisidir. Hiperbarik oksijen tedavisi nörolojik bulguları azaltılmasına da katkı sağlar.
Keywords: Karbonmonoksit, zehirlenme
Case Report
Muhammed Taha Eser, Mehmet Ziya Çetiner, Erdal Reşit Yılmaz, Hüseyin Hayri Kertmen
Ortadogu Tıp Derg, Volume 9, Issue 4, pp. 207-209
ABSTRACT
Acute bilateral hematomas have higher mortality rates than unilateral epidural hematomas. They are rare presentation of traumatic head injury. The autors described the case of 5 years old male presenting trauatic head injury, Glascow Coma Scale of 15, isocoric pupils. Computed tomography showed bilateral frontal epidural hematomas, obliteration of the lateral ventricles frontal horn and sulci, a bilateral skull fracture reaching the vertex. Bilateral simultaneous drainage was made at the surgery. Patient was discharged with no neurological deficit. The correct approach on bilateral epidural hematomas depends on the volume, diagnosis time and neurological status. Immediately simultaneous drainage of bilateral hematomas has been shown to be an effective method for it.
Keywords: Head injury, bilateral epidural hematoma, surgical treatment
ÖZ
Bilateral epidural hematom nadir görülen bir durumdur. Genelde kafa travmalarını takiben oluşmaktadır. Nadir görülmesine rağmen mortalitesi yüksektir. 5 yaşında erkek hasta yüksekten düşme şikâyeti ile başvurdu. Tetkiklerinde bilateral epidural hematom saptanması üzerine acil şartlarda opere edildi. Cerrahi sonrası klinik durumu tamamen düzelerek taburcu edildi. Bilateral epidural hematom nadir görülmesine rağmen müdahale edilmesi gereken acil bir durumdur. Lezyonun yerine göre eş zamanlı bilateral kraniotomi ile cerrahi yapılması uygundur.
Keywords: Kafa travması, bilateral epidural hematom, cerrahi tedavi
Case Report
Hatice Köse, Fatih Temoçin
Ortadogu Tıp Derg, Volume 9, Issue 4, pp. 210-212
ABSTRACT
Tularemia is zoonotic infection diseases that caused by Francisella tularensis. Oropharyngeal tularemia has been seen the most frequently in our country. Oropharyngeal tularemia may be presented with fever, exudative tonsillitis/pharyngitis, lymphadenopathy, and ulcers in the oral mucosa. Secondary skin rashes may be seen in tularemia. Our cases were presented with fever, headache and sore throat. Physical examination of the patients demonstrated exudative tonsillitis, erythema nodosum and papular rash. Patients’ complaints and clinical findings decreased with initiation of early and appropriate treatment. Tularemia should be remembered in the differential diagnosis of exudative tonsillitis, especially in endemic areas. It should be noted that, secondary skin manifestations can be seen in the course of tularemia.
Keywords: Tularemia, exudative tonsillitis, erythema nodosum, papular rash
ÖZ
Tularemi Francisella tularensis’ in neden olduğu bir zoonotik enfeksiyon hastalığıdır. Ülkemizde en sık orofaringeal tularemi görülmektedir. Orofaringeal tularemide ateş, eksudatif tonsillit/farenjit, oral mukozada ülserler ve lenfadenopati görülebilir. Tularemi seyrinde sekonder cilt lezyonları da görülebilmektedir. Olgularımız ateş, baş ağrısı, boğaz ağrısı ile başvurmuş, fizik muayenesinde eksudatif tonsillit saptanmış, tularemi seyrinde eritema nodosum ve papuler döküntü görülmüştür. Her iki hastanın da erken başlanan uygun antibiyotik tedavisi ile tüm şikayetleri ve klinik bulguları gerilemiştir. Özellikle endemik bölgelerde eksudatif tonsillit ayırıcı tanısında tularemi hatırlanmalı ve seyrinde çeşitli sekonder cilt lezyonları görülebileceği unutulmamalıdır.
Keywords: Tularemi, ekudatif tonsillit, eritema nodosum, papüler döküntü
Letter to Editor
Mehmet Kabalcı, Serkan Tursun, Ali Bolat, Ayşegül Alpcan
Ortadogu Tıp Derg, Volume 9, Issue 4, pp. 217-217
(no abstract)
ÖZ
Editöre mektup
Sayın editör,
Klinik mikrobiyoloji alanında özellikle yatan hastalara ait örneklerden izole edilen çeşitli mikroorganizmalara ait duyarlılık/direnç çalışmalarına sıklıkla rastlanmaktadır.
Bu çalışmalarda toplum veya hastane kaynaklı enfeksiyonlarda çeşitli klinik örneklerden elde edilen izolatlarda belli mikroorganizmaların bazı antibiyotiklere karşı duyarlılık-direnç oranları sunulmaktadır.
Toplum kaynaklı enfeksiyonlarda nadir rastlanan ancak, özellikle yoğun bakım hastalarında olmak üzere hastane kaynaklı olarak görülen enfeksiyonlarda yapılan çalışmalarda okuyucuların yanlış yönlendirilmelerine neden olabilecek bir konuya dikkat çekmek isterim.
Özellikle az sayıdaki izolat ile yapılan araştırmalarda birçok hastada aynı suşun izole edilmiş olma olasılığından dolayı duyarlılık sonuçlarının hastane klinikleri içerisinde en sık ‘’gezen’’ suşun duyarlılık paternine doğru kayacağı öngörülebilir. Yoğun bakımlarda hastane kaynaklı epidemilere yol açabilen ve kolay direnç kazanıp oldukça dar bir antibiyotik profiline neden olan Acinetobacter gibi mikroorganizmalarla yapılan çalışmalarda bu durum daha belirgin olabilir. Bu tür çalışmalarda, hata oranını azaltmak için örnek sayısı olabildiğince fazla olmalı ve daha spesifik test cihazlarıyla çalışılmalıdır [1]. Ayrıca rutin bir ortamda bakteri soylarını tanımlamak için kullanılan bakterilerin biyokimyasal ve metabolik özelliklerini tanımlayan fenotipik tanımlama, 16S rRNA gen dizilimi gibi moleküler teknikler ve yeni bir proteom temelli yaklaşım olarak kütle spektrometrisi yapılarak klonal ilişki veya profil belirleme benzeri genotipik ya da fenotipik gruplama yapılması daha doğru duyarlılık-direnç oranı sonuçları verecektir [2]. Ancak pek çok merkezde bu şartların sağlanmasının mümkün olmadığı da bir gerçek olmakla bebaber çalışmaların tartışma bölümlerinde bu konuya değinilmesinin uygun olacağı görüşündeyiz.
Saygılarımızla
Keywords: Enfeksiyon, antibiyotik, direnç