Research Article
Mahmut Aslan, Serkan Kırık, Bilge Özgör, Neslihan Aslan, Serdal Güngör
Ortadogu Tıp Derg, Volume 11, Issue 4, pp. 509-516
ABSTRACT
Introduction: Brain death is defined as a status of apnea, coma and the absence of brainstem reflexes, in addition to the presence of electrocerebral silence (ECS) on an electroencephalography (EEG). Trauma and anoxic encephalopathy are the most common causes of brain death in children, with incidences of brain death reported to vary between 0.65–1.2 percent. A diagnosis of brain death can be made based on a detailed anamnesis, physical examination findings and supportive test results. When pediatric patients are being evaluated by EEG, they should also be assessed in terms of medications, metabolic encephalopathy, hypothermia, electrolyte imbalance and acid-base imbalance.
Patients and Methods: The present study included patients who suffered brain death during hospitalization in the pediatric intensive care unit of Inonu University Turgut Ozal Medical Center between 2010 and 2017. The medical files of the patients were reviewed retrospectively. All patients included in the study underwent an EEG and an apnea test was performed on all patients. The cerebral blood flow (CBF) measurement was obtained through a Computerized Tomography Angiography (CTA), and all patients underwent a Magnetic Resonance Angiography (MRA) and a Transcranial Doppler Ultrasonography (TCD).
Results: Of the 20 patients included in the study, nine (45%) were female and 11 (55%) were male, with a mean age of 8.47±5.73 years. Of the total, seven patients presented with fulminant hepatitis, three with trauma, three with sepsis, two with drowning, two with cerebrovaskuler disease (CVD), and one patient each with lymphoma, suicide and electric shock. The families of only two (10%) patients donated the organs of the deceased. Of the 20 patients, four were Syrian, and of which were being monitored with the diagnosis of liver failure. An apnea test was positive in all patients, and in all patients, the EEG findings supported brain death. Imaging methods were carried out to demonstrate the absence of CBF flow in 11 (55%) patients, and diabetes insipidus (DI) developed in nine (45%) of the patients with brain death.
Conclusion: In conclusion, a multidisciplinary approach is required for the diagnosis of brain death. An evaluation of laboratory findings and EEG results together with the findings of a physical examination is important, particularly in centers like our clinics where more than 50 pediatric transplantations are carried out each year. The development of hypernatremia in patients with DI is now an important parameter in the loss of brain function.
Keywords: Brain death, Childhood, EEG
ÖZ
Giriş ve Amaç: Beyin ölümü apne, koma ve beyin sapı reflekslerinin bulunmamasına ek olarak elektroserebral sessiz elektroensefalografi (EEG) bulunması durumudur. Çocuklarda beyin ölümü en sık travma ve anoksik ensefalopati sonucu ortaya çıkar. Beyin ölümü insidansının %0,65 ila %1,2 arasında değiştiğini bildirmiştir. Beyin ölümü tanısı iyi bir anamnez, fizik muayene ve yardımcı testler ile konulur. Pediatrik hastalar EEG açısından değerlendirilirken mutlaka medikasyon, metabolik ensefalopati, hipotermi, elektrolit dengesizliği, asit-baz dengesizliği açısında değerlendirilmelidir.
Hastalar ve Metod: Çalışmamıza 2010-2017 yılları arasında İnönü Üniversitesi Turgut Özal Tıp Merkezi çocuk yoğun bakım ünitesinde beyin ölümü gerçekleşen hastalar alınmıştır. Hastaların dosyaları retrospektif olarak tarandı. Çalışmamıza alınan hastaların tamamına EEG çekildi. Hastalarımızın tamamına apne testi yapıldı. Beyin kan akımı (CSF) akımı ölçümünde bilgisayarlı tomografi anjiyografi (BTA), manyetik rezonans anjiyografi (MRA), transkraniyal doppler ultranografi (TCD) yapıldı.
Sonuçlar: Çalışmamıza alınan 20 hastanın 9’u (%45) kız, 11’i (%55) erkekti. Yaş ortalaması ise 8,47±5,73 yaş idi. Hastalarımızın 7’si fulminan hepatit, 3’ü travma, 3’ü sepsis, 2’si suda boğulma, 2’si SVO tanısı, birer hasta ise lenfoma, suicide, elektrik çarpması ile takip edilmişti. Yirmi hastamızın sadece 2’si (%10) için aile organ bağışında bulunmuştu. Yirmi hastamızın 4’ü Suriyeli idi ve 4 hastanın tamımı da karaciğer yetmezliği ile takip edilmekteydi. Tüm hastaların apne testi pozitifti, hastalarımızın tamamında EEG bulguları beyin ölümünü destekleyici nitelikteydi. Hastalarımızın 11’ine (%55) CSF akımının yokluğunu gösterebilmek adına görüntüleme yöntemleri yapıldı. Beyin ölümü gerçekleşen hastalarımızın 9’unda (%45) DI gelişti.
Sonuç: Sonuç olarak beyin ölümü tanısı multidisipliner yaklaşım gerektirir. Fizik muayenenin yanında laboratuvar bulgularının EEG’nin birlikte değerlendirilmesi özellikle klinğimiz gibi 50’den fazla pediatrik transplantın yapıldığı merkezler açısından önemlidir. Hastalarda hipernatremi ve DI gelişimi beyin fonksiyonlarında kaybın bir göstergesidir.
Keywords: Beyin ölümü, Çocukluk çağı, EEG
Research Article
Mahmut Aslan, Ünsal Özgen, Neslian Aslan
Ortadogu Tıp Derg, Volume 11, Issue 3, pp. 303-308
ABSTRACT
Objective: One of the most common causes for acquired thrombocytopenia in childhood is immune thrombocytopenic purpura (ITP) which is an autoimmune disease characterized by decreased platelet counts and inhibition of platelet production due to antibody-mediated destruction of platelets by macrophages in the reticulo endothelial system. In this study, we aimed to compare high-dose methylprednisolone (HDMP) and intravenous immunoglobulin (IVIG) in the treatment ITP.
Materials and Methods: The medical records of 160 patients who were admitted to our Pediatric Hematology Department with the diagnosis of acute ITP between January 2010 and August 2014 were retrospectively analyzed. Treatment responses to HDMP and IVIG were compared.
Results: Of the patients, 91 (56.9%) were males. A total of 48.13% of them had a previous history of infection for one to four weeks before admission. The mean platelet count was 12.081±11.912 /mm3. A total of 105 patients received HDMP, while 55 patients received IVIG. There was no statistically significant difference in the treatment response to HDMP or IVIG on the 10th day of the treatment (p=0.732). At the end of six months, there was no significant difference between the patients receiving HDMP and IVDG in terms of progression to chronicity (p=0.468). The rate of chronicity and relapses was found to be statistically significantly higher in 15% of the patients with a bleeding time of more than 7 minute at the time of arrival (p=0.031).
Conclusion: Based on our study results, we suggest that HDMP and IVIG treatments have similar effects on disease progression to chronicity.
Keywords: Childhood, Immune Thrombocytopenic Purpura, Intravenous Immunoglobulin, Methylprednisolon
ÖZ
Amaç: Çocukluk çağında en sık görülen edinsel trombositopeni nedenlerinden birisi immün trombositopenik purpuradır. İmmün trombositopenik purpura (İTP), otoantikorla kaplı trombositlerin retiküloendotelyal sistemde doku makrofajları aracılığıyla yıkılarak dolaşımdaki trombosit sayısının azalması ve bu otoantikorların trombosit üretimini inhibe etmesi ile seyreden otoimmün bir hastalıktır. Bu çalışmada akut immün trombositopenik purpura tanısı almış hastaların dosyaları retrospektif olarak incelendi. Hastaların başvuru sırasındaki klinik özellikleri ve tedavi seçiminin etkinlikleri belirlenmeye çalışıldı.
Gereç ve Yöntemler: Hastanemiz Çocuk Hematoloji Kliniğinde, Ocak 2010 - Ağustos 2014 tarihleri arasında akut immün trombositopenik purpura tanısı alan hastalar çalışmaya dâhil edildi. Hasta dosyaları retrospektif olarak incelendi. Yüksek doz metilprednizolon ve intravenöz immunglobulin (İVİG) tedavileri alan hastaların tedaviye yanıtları karşılaştırıldı.
Bulgular: Çalışmamıza alınan hastaların 91’i (%56,9) erkek idi. Hastaların %48,13’ünde başvurudan 1-4 hafta öncesinde geçirilmiş enfeksiyon öyküsü mevcuttu. Hastaların ortalama trombosit sayısı 12081±11912 /mm3 idi. Yüz beş (%65,6) hastaya yüksek doz metilprednizolon, 55 (%34,4) hastaya İVİG tedavileri verilmişti ve tedavinin 10. gününde, tedaviye yanıt açısından istatistiksel olarak yüksek doz metilprednizolon ile intravenöz immunglobulin arasında anlamlı fark saptanmadı (p=0,732). Altı ayın sonunda yüksek doz metilprednizolon verilen hastalar ile intravenöz immunglobulin verilen hastalar arasında kronikleşme açısından anlamlı ilişki saptanmadı (p=0,468). Başvuru anında bakılan kanama zamanı 7 dakikanın üzerinde olan %15 hastanın kronikleşme gelişme oranı daha yüksek saptandı (p=0,031).
Sonuç: İmmün trombositopenik purpura çocukluk çağında sık görülen bir hastalık olup hastaların %20-30’u kronikleşmektedir. Yüksek doz metilprednizolon ile intravenöz immunglobulin tedavilerinin kronikleşme üzerine etkisi açısından aralarında fark saptanmamıştır.
Keywords: Çocukluk, İmmün Trombositopenik Purpura, İntravenöz İmmunglobulin, Metilprednizolon
Review
Ayşegül Alpcan, Ayça Törel Ergür, Serkan Tursun
Ortadogu Tıp Derg, Volume 9, Issue 1, pp. 34-38
ABSTRACT
Thyroid hormones have an important role on the central nervous system, growth, development, body temperature regulation, metabolism of lipid, carbohydrate and energy, musculoskeletal system. The other hand, it has a different importance for its role in the myelinization of the central nervous system during the childhood period. Subclinical hypothyroidism (SH), is diagnosed when peripheral thyroid hormone levels are within normal reference laboratory range but serum thyroid-stimulating hormone levels are mildly elevated. Prevalance of subclinical hypothyroidism in chilhood is seen about %2. The majority of its etiology is due to the autoimmune thyroiditis and iodine deficiency. It is important to diagnose and treat the asymptomatic cases in a timely manner. Thyroxin treatment should be started if goiter, growth velocity is slowed down, decline in school success, negativism, depression, obesity, refractory iron deficiency anemia dyslipidemia, bone age retardation.
Keywords: Childhood, subclinical hypothroidism
ÖZ
Tiroid hormonları; santral sinir sistemi gelişimi, büyüme, gelişme, vücut ısısı regülasyonu, lipit, karbonhidrat ve enerji metabolizması, iskelet sistemi üzerinde önemli role sahiptir. Diğer yönden çocukluk çağında santral sinir sistemi myelinizasyonunda görevli olduğu için önemi farklıdır. Subklinik hipotiroidi, serum tiroid stimulan hormon seviyesinin orta düzeyde artması ile birlikte serum tiroid hormon seviyelerinin normal referans laboratuvar aralığında olmasıdır. Çocuklarda %2 oranında görülmektedir. Etiyolojisinin büyük bir kısmını otoimmün tiroidit ve iyot eksikliği oluşturmaktadır. Asemptomatik olguların zamanında tanımlanması ve tedavisi önemlidir. Olgularda guatr, büyüme-gelişme geriliği veya duraksaması, ders başarısında azalma, negativizm, depresyon, obezite, demir eksikliği anemisi, dislipidemi, kemik yaşı geriliğinde levotiroksin tedavisi başlanması uygundur.
Keywords: Çocukluk çağı, subklinik hipotiroidizm